logo

Hayru’l Beşer (sas) Efendimiz

Yâ Habibu'llah yâ hayru'l-beşer müştâkınam.

Belgesel metninin ses kaydını buradan dinleyebilirsiniz. 

Hayrü’l Beşer olan, İnsanlığın En Hayırlısı olan Peygamber Efendimizin (sas) İslam ile gelişi bütün beşere, hatta halk edilmiş her şeye bir göz aydınlığıdır. Varlığı, gönüllerin aydınlığı olduğu gibi ruhların dirilişi, kalplerin ferahı, insanlığın saadet kaynağıdır. Mevlid Kandili, Zat-ı Risaletpenahilerinindünyayı şereflendirdikleri o mutlu zamanı yâd etmenin adıdır. Bu, aynı zamanda her Mevlid-i Şerif ile onunla olmak, onunla doğmak manalarını da temsil etmektedir.

Rabbanî iltifat ve tanıma göre o, Müslümanlar için güzel bir örnek[1], yüce ahlaka sahip[2], Hak için şahit, müjdeleyici ve uyarıcı, aydınlatan bir ışık[3], âlemlere rahmet[4], ve peygamberlerin sonuncusudur[5]. O hayatı tamamıyla tarihi kaynaklara aksetmiş yegane Peygamberdir. Hayatında geçen önemli olaylarla birlikte ömrünün doğumundan vefatına kadar tamamı, hatta günlük hayatı, detaylarına kadar tarih sayfalarına geçmiştir. Bütün söz, iş, hareket, ilişki ve karakterinin teferruatı mahfuzdur. Nasıl yürüdüğü, oturduğu, ibadet ettiği bilinmektedir.  Saç, göz ve yüzü ne renkti? Nasıl giyinir, ne yerdi? Aile hayatı nasıldı, ev halkına eş ve hizmetkârlarına nasıl davranırdı?  Hayatının her anı açık bir kitap gibi kendisinden sonrakilerin tabi olmakta bir güçlük yaşamamaları veya kendileri için kaçamak bir yola tevessül etmemeleri için bütün sahabelerin gözleri önünde bir ibret vesikası olarak  kaydedilmiştir.63 yıllık ömrünün bütün tecrübesi böylece kendisinden sonra gelenlere serahetle nakledilmiştir. Onun haricindeki peygamberlerin hayatı ve getirdikleri korunmamış, tahribata uğramış ve bozulmuştur. Hâsılı insan neslinin yegâne mihveri ve önderi Peygamberlerin sonuncusu ve önderi Muhammed Mustafa Aleyhisselam Hazretleri’dir.

Hazret-i Âdem'e (a.s.), insanın, insanlığın atası mânâsında“Ebu’l-Beşer”; insan cinsine, “nev‘i beşer”; iki cihan serveriResûlüllah (s.a.v.) Efendimiz’e de “Hayru’l-Beşer”, “Seyyidü’l-Beşer”unvanları verilmiştir. Bunların manası insanların en hayırlısı ve insanlığın efendisidemektir. Bunlara ilave olarak Efendimiz “Hayrü’l-Beriyye”yani insanların en hayırlısı ve “Hayrü’l- Verâ”yani mahlûkâtın en hayırlısı isimleri ile de müsemmadır.

Beşer kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de otuz altı yerde geçmekte ve insan, yani âdemoğlu mânâsında kullanılmaktadır. Allah Teala,ResûlüllahEfendimiz’in de kendisini beşer vasfıyla tanıtmasını istemektedir. Nitekim,“(Habîbim) de ki: Ben ancak sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki), bana, sizin ilâhınızın ancak bir ilah olduğu vahyolunuyor.” (S. Kehf, 110) âyet-i kerimesi, bu hususu ifade etmekte; O'nun hem peyamberlik hem de beşerî vasfını açıklamaktadır.

O sadece bir peygamber değildi, Kur’an-ı Kerim’in kendisini tanımladığı gibi bir insandı. İslamı bir hayat gibi yaşadı. Getirdikleri kutsal sahifeler mescid duvarları içinde kalmadı, hayata nüfuz etti. Şahsi ilişkileri ile insanlara iyi ve doğru, adil ve merhametli olmayı öğretti. Onun şeffaf hayat anlayışı ve dürüst yaklaşımı ile Müslümanlar en özel aile meselelerinden savaş hukukuna kadar her şeyi önlerinde ete ve kemiğe bürünmüş, mücessem bir rol model sayesinde yaşayarak öğrendiler. Getirdiği din orijinal haliyle Kur’an-ı Kerim’de, söz ve davranışları ise hadis kaynaklarında mevcuttur. Bu kaynaklarda ahlak, maneviyat, iktisat, toplum bilimi, siyaset ve psikoloji ile ilgili meseleler bulunmaktadır. O, Kur’an ne diyorsa ona uymuş, neyi yasaklıyorsa herkesten fazla ondan uzak durmuştur. Bu haliyle Kur’an ve onun içindekiler Şah-ı Rusul’ün ahlakı olmuştur. Muhterem ve mükerrem zevcesi Hz. Aişe de böyle buyurmaktadır: “Kur’an onun ahlakıdır.”[6]

Rabbimizin buyurduğu gibi,“Allah’ın Resûlü’nde, sizin için, pek güzel bir örnek vardır..”[7] Büyük insanlar zaman ve mekânın üzerine çıkarlar, özellikle bu büyük insan eşsizliği Allah Teala tarafından belirtilmiş bir peygamber olursa, bu durum çağlar ve dönemleri aşan bir niteliğe kavuşur. Bu sebeple her çağın insanı için onun hayatında, söz ve davranışlarında hatta tercihlerinde, muhtelif sahalarda rehber edinilecek yönler bulunacaktır. Esasında o, bütünüyle her çağda örnek alınmaya layık yegânemükemmel insandır.

Onun çocukluk, gençlik ve yaşlılık devrilerindeki yüksek ahlakı, her biri bir başka güzel fiilleri, her biri bir başka güzelliği tavsiye eden emirleri, alışıla gelen bir âdetin devamı değil Zat-ı Risaletpenahilerine mahsus bir hayat tarzı, her biri zatına mahsus mucizeleridir.[8]

Suretinin letafeti, sıfatlarının ve ahlakının güzelliği yine Zat-ı Risaletpenahilerine mahsus mucizeler cümlesindendir. Ahlakının öyle incelikleri vardır ki ancak feraset sahiplerine mahremdir. Ruhları zulmet ve dalaletin en katı heykelleri olanların bile o kalın zulmetlerini delip geçen ve gözlerine sokulurcasına zahir olan pek çok ulvi niteliğe sahiptir.  Öyle ki bu ahlakların müşahedesi Onun yaratıkların en şereflisi, rütbece en yücesi, kıymetçe en alisi olduğuna kesinlikle şahidlik etmektedir.

Serdefter-i Enbiyâ Efendimiz çokça yalvarır, çokça yakarır ve daima Allah’tan edeplerin en güzeliyle, ahlakların en yüceleriyle kendisini donatmasını isterdi: “Ey Allah’ım! Benim yaradılışımı ve ahlakımı güzelleştir! Ey Allah’ım! Beni ahlakların çirkinlerinden uzaklaştır ve koru!”[9]

Allah herhangi bir kulunun tertemiz olmasını irade ettiği zaman,lütuf ve kereminin bir neticesi olarak o kulunu Peygamberimize uymak hususunda muvaffak kılmıştır. Kimi de mahrum bırakmak istemişse, bir ceza ve bedel olarak o ahlak-ı hamideden mahrum bırakmıştır.[10]Hayru’l Beşer Efendimizetabi olmayı hayat bulmakla eştutmuş ve “Gizli işlerinizde Allah’ın, açık davranışlarınızda da Resulullah’ın emirlerine uyunuz. Beden Resulullah’a tam manasıyla tabi olmakla hayat bulur”[11]demişlerdir. 

NEZAKETİ

Ashabı ondan daha nazik bir kimseyi görmemişlerdi. Son derece nazik ve iyi huyluydu. Ailesi, tanıdık veya tanımadıkları dâhil herkese karşı her zaman mütebessimdi.Yüzünde daima ışıldayan bir parlaklık ve neşe ifadesi vardı. Asla asık suratlı, bezgin ve bıkkın değildi. Ashabı onun yüzünün kılıç kadar mı yoksa ay kadar mı parlak olduğu hususunda tartışmış ve bir ay gibi ışıldadığına karar vermişlerdi. Biriyle karşılaştığında ilk selam veren o olurdu. Kendisi ile konuşan kişi ondan ayrılmadıkça yerinden kıpırdamaz, yüzünü başka tarafa çevirmez, musafaha yaptığında muhatabının elini ilk bırakan o olmazdı. [12] Kendisi bu denli nezaket sahibi olmasına rağmen çevresindeki nezaketsizlere tahammül gösterir ve onları eğitmeye çalışırdı. Derdi ki, “Allah indinde en kötü insan, küstah ve kötü söz söylediği için insanların görüşmeyi kestiği insandır.”[13] Onun nazik ve zarif tutumu çölün sert, kaba ve cahil insanlarını dönüştürmüş, onları dünyanın öğreticileri ve önderleri haline getirmiştir. 

ŞEFKATİ VE MERHAMETİ

Şefkat ve merhamet ile muamelesi hasımlarını dahi içine alacak biçimde onun mutadı idi. Çocukluğundan itibaren kimseyle çekişip kavga etmemiştir. Yaşlılara olduğu gibi gençlere de müşfik ve dostça davranmıştır. Fakirlere dünyalık eksikliğini hissetmesinler diye daha da yumuşak davranmıştır. Fakir Müslümanlara karşı kendinde büyüklük gören sahabilerine“Sen başarı ve geçimini fakirlere borçlusun” diyerek uyarmıştır. [14] Çocuklara merhameti ise eşsizdir.Medine’nin çocuklarını gezintiye çıkarmış, onlarla şakalaşmış, karşılaştığı çocuklara “Beni seviyor musunuz” diye sorup aldığı müsbet cevap karşısında yüzünü aydınlatan gülüşüyle “Ben de sizi seviyorum” karşılığını vermiş, gönüllerinde taht kurmuştur. Hayvanlar bile onun merhamet tezahürlerinden istifade etmiş, türlü eziyetlere son verilmesini sağlamış, hayvan hakları kavramını insanlık ilk kez onunla işitmiştir.

“Ben rahmet olarak gönderildim. Lanet okuyucusu olarak değil!” buyurur, ister Müslümana, ister kafire, ister umumi, ister hususi beddua etmez, kendisinden istenildiğinde ise duayı tercih buyururdu. Kimseyi dövmemiştir. Kendisine yapılan hiçbir kötülüğe karşı intikam almamıştır.[15] 

CÖMERTLİĞİ

Allah’ın Resulü insanların en halîmi, en şecii, en adili, en afîfi idi. O insanların en cömerdiydi. Onun yanında hiçbir dinar ve hiçbir dirhem akşamlamazdı. Elinde fazla bir mal olsa ve verecek kimseyi bulamazsa ve gece de gelirse, onu muhtaçları bulup verinceye kadar evine girmezdi. Kendisinden herhangi bir şey istenildiğinde muhakkak verirdi. Her isteyene zamanını, her sorana ilmini, her dileyene malını mülkünü ihsan eder, en çok da istenilsin istenilmesin umumi olarak cümle yaratılmışlara sevgisini ve şefkatini ihsan ederdi. [16] 

HAYA VE TEVAZUU

Hayacainsanların en ilerisi idi. Kimsenin yüzüne dik dik bakmazdı. Hür veya köle de olsa herkesin davetine icabet ederdi. Bir yudum süt dahi olsa hediyeyi kabul eder ve mukabele ederdi. Sıkça açlıktan karnına taş bağladığı görülürdü. Neyi hazır bulursa yer, bulduğunu geri çevirmez, beğenmezlik etmezdi.Arka arkaya üç gün hiçbir zaman buğday ekmeğini doya doya yemiş değildi. Bu onun fakirliğinin veya cimriliğinin değil tercihinin bir neticesiydi. Çokça ve çeşitli yemeği değil, muhtaçları tercih etmesindendi.[17]

Eline geçen bineğe binerdi. Bazen ata, bazen deveye, bazen kızıl bir katıra, bazen bir merkebe binerdi. Bineğinin terkisi de hiç boş olmazdı. Yaya olduğu da çok görülmüştür. Yalınayak hatta abasız, sarıksız, başlıksız yürüdüğü de olurdu.Kendisine yatak hazırlanırsa yatar, hazırlanmazsa yerde yatardı.[18] Ayakkabısını tamir eder, elbisesini yamalardı. Büyüklenme ve kibir denilen şeyden onun halinde, sözünde ve fikrinde yeri yoktu. “Ben senin gibi kuru et yiyen bir kadının oğluyum” derken bu sözü işitenden daha da mütevazı duygular taşıyordu. Dünyada kimseye minneti yoktu, hizmet beklememiş, kendisini hizmete hak sahibi dahi görmemişti. Fakirlerle oturur, miskinlerle yerdi.[19] 

GAZABI

İnsanların en son öfkeleneni ve en evvel razı olanıydı.Rabbinin ahkâmı için kızardı fakat nefsi için kızmazdı. Hakkı infaz ederdi. Velev ki bu onun nefsine veya ashabına zarar getirse bile. Kendisine müşriklerden yardım alması teklif edildiğinde şöyle buyurdu,“Ben hiçbir zaman Allah’a ortak koşan bir kimseden yardım istemem!” Ashabın seçkinlerinden Abdullah b. Sehl Yahudiler arasında şehit edilmişti fakat şehit edenin kim olduğu belli değildi. Buna rağmen Yahudileri suçlamadı, hakkı tatbik etmekle iktifa etti, diyeti 100 deve olarak belirledi ve beytü’l-mal’den ödedi. O vakitlerMüslümanlar bir deveye dahi muhtaç durumda bulundukları halde.[20] 

CESARETİ

Düşmanlarının arasında nöbetçi olmaksızın tek başına gezerdi, insanların en kahramanı ve yiğidiydi. Dünya işlerinde onu korkutup ürkütecek hiçbir şey yoktu.[21]Bir harb esnasında düşman Müslümanların gafletinden istifade ederek casuslarını İslam ordusu içine salmıştı. Hatta bir kişi yalın kılıç Allah Resulü’nün yanına kadar gelip ona şöyle hitab etti:

“Seni benden kurtaracak kimdir?”Resulullah“Allah” diye cevap verdi. Kılıç adamın elinden düştü ve Allah Resulü onu alarak adama sordu,“Seni benden kurtaracak kimdir!”[22]

Müslümanlar harp şiddetlendiği ve ordular karşı karşıya geldiğinde Resulullah’a sığınırlardı.  Düşman yaklaştığında ilk darbeyi vuran her zaman o olurdu.[23] 

DOĞRULUK VE DÜRÜSTLÜĞÜ

Allah’ın elçisi hayatı boyunca arkadaşlarının iyiliği ve saadeti için, emrolunduğugibi dosdoğru olmuş ve samimiyeti kuşanmıştır. Bütün zamanını, varını yoğunu, emek ve azmini, sevgi ve merhametini halk için harcamış, çoğu zaman da onlardan cahilane karşılık bulmuş, cahillerin elinde çile ve ıstırap çekmiştir. Her şeye kadir olan izin verdiği sürece konuşmaya devam etmiştir; güneş ve aya rağmen, bütün Kureyş’e, zalim ve mücrim hasımlarına rağmen. Şüphesiz hiç kimse, her durumda ve halde hakikati söyleyerek geçen ömrü şehadet eder ki ondan daha doğru ve dürüst olamaz. 

ADALETİ

Medine devletini kurduğunda bütün davalarda inanç, ırk, renk, cins ayrımı yapmadan daima adalet ve fazilet ile hükmetmiştir. SahabedenEbu Hadred el-Eslemi bir Yahudiden borç almıştı. Borcunu geri isteyen Yahudi, ödeyemeyeceğini söyleyen sahabeyi alarak Resulullah’ın huzuruna çıkıp durumu anlattı. Resulullah, Ebu Hadred’den borcunu ödemesini istedi. Biçare sahabe aciz ve çaresiz olduğunu söyledi. Efendimiz isteğini birkaç kez tekrarlasa da Ebu Hadred acizliğini tekrardan öte bir şey yapamadı. Bunun üzerine Şah-ı Rusul sahabesinin pantolonunuYahudiye verdi, sarığını da beline doladı.[24]

Onun devletinde herkes özgün fikirlere kendisininkine karşıt da olsa sahip olma hakkını haizdi. Bazı hallerde Allah Resulü kendi görüşünü terk ederek karşıt görüş bildirenlere tabi olmakta ne dini ne de siyasi bir sakınca görmüştür. Kişiler kanunları çiğnemediği sürece tecessüs edilmezler, potansiyel suçlu muamelesi görmezlerdi. Onun saadet asrında yöneticiler tebalarını hiçbir surette kilit ve töhmet altında tutma hakkında sahip değildirler. Onun bu tutumu Hz. Ali’nin, fikren ve fiilen ümmete son derece zararlı Hariciler için söylediği şu sözünde ifade edilmektedir: “Herhangi bir suç işlemedikçe ya da yönetime karşı herhangi bir isyan girişiminde bulunmadıkça ülke içinde dolaşmakta serbestsiniz. Ancak bunlardan birini yapacak olursanız ülkede kanun, hukuk ve nizamın korunması için size karşı gerekli tavrı alırım.” Ancak Mâh-ı münîr Efendimiz isyanları bastırmak, asileri kontrol altına almak ve barışı tesis etmek için ülkesinin farklı bölgelerine, 6’sına bizzat iştirak ettiği 27 sefer düzenlemiştir.[25] 

AZMİ

Hayrü’l Beşer olan Peygamber Efendimiz, hayatı boyunca var gücüyle amacı uğrunda mücadele etmiştir. Doğru, güvenilir, adil, fedakâr, cömert ve asil, bütün niteliklerini sürekli sarf ettiği gayretiyle kazanmıştır. Kimilerinin hayatı terke hazırlandığı kırk yaşında o taptaze bir devreye adım atmış, birkaç sene içinde yüzlerce gelenekçi, katı ve putperest insanın nezdinde bir inkılabı başlatmış ve onları İslama döndürmüştür. Karşılaştığı her engelle mücadele etmiş, çözüm yolları aramış, asla ümidini kaybetmemiş, aceleci de olmamıştır. Sebat ve sabırla tek başına şirkin kalbinde durmuş ve insanları Allah’a çağırmıştır. 

HAKİKAT ARAYIŞI

Geldiğinde batıda ve doğuda, bütün dünyada, insan gayesiz ve ölü biçimde safsataların, cehalet ve batıl inançların karanlığında yaşıyordu. Hıristiyan dünya papazların “cehalet tanrıya bağlılığın esasıdır” özdeyişiyle ilme büyü gözüyle bakmış, hainlik kabul etmişti. Allah’ın Resulü ise bilgiyi getirmiş ve insanlığı hakikati bulup kabul ederek, kâinatın en üstünü olmaya çağırmıştır. Onun gayesi hakkı hâkim kılmak, bütün kötü ve yanlış yolları ortadan kaldırmaktı. Hak onunla gelmiş, batıl onunla ortadan kaldırılmıştır, zaten batılın hükmü yoktur, yok olmayamahkûmdur. İnsanlara hakikati, zekâ ve anlayışlarına itimad ederek, anlayıp kavrayacaklarına güvenerek, ona hiçbir şey eklemeden ve hiçbir şey çıkarmadan, kendisine geldiği gibi anlatmıştır. Görevi budur, ama ayrım gözetmeden herkesi İslama çağırışında bile muhteşem kulluluğunun başkalarından iğreti duran ancak ona yakışan tevazuu vardır. Kendisine gelen vahyi önce bulunduğu topluluk arasında, sonra mescitte, sonra da herkesin bulunduğu toplulukta tebliğ etmiştir. Bu onun hakikati tebliğinin bütün insanları muhatap alışındaki muvazene gibi bir denkliği gözettiğinin delilidir. 

ALLAH’A VE GETİRDİĞİ DİNE İTİMADI

Allah Resulü’nün tevekkülü, başka herhangibir kimse ile mukayese edilemeyecek ölçüde gani idi. O Rabbinin her zaman ve durumda kendisine yardımcı ve vekil olduğuna büyük itimad besler, Yüce Allah’tan gayrısından medet ummazdı, yegâne güvenci ve yönelişi AllahTeâla Hazretleri’ne idi. Bu itimat ile küçükten büyüğe herkese, kavminden devletine her topluluğa getirdiği yüce ve mukaddes dindi, İslam’ı tebliğ etti. Mektuplar yazdı, elçiler gönderdi, bu uğurda hiçtereddütetmedi. Bazen büyük imparatorlar teklifini kabul ettiler bazen küçük insan toplulukları onu reddedip elçileri katlettiler. Ancak elindeki mukaddes emaneti muhataplarına ulaştırmak gayretini engelleyemediler. Saldırılara ordularla karşılık verdi ki askerleri yamalı elbiseler giyiyor, bineksiz yol alıyor, techizatsız savaşıyorlardı. Nice zaferler kazandı, devletini diğer devletler nezdinden vakarla yüceltti ve muteber kıldı.[26] 

HÜRRİYET ANLAYIŞI

İslam’da mükellefiyet ancak hür olmakla mümkündür. Resul-i Ekrem Efendimizin insanlığa kazandırdığı önemli bir anlayış da hürriyettir.  İnsanların kavmiyetine, nesline, renk ve statüsüne bakılmaksızın her ferde tam bir ifade ve düşünce serbestliği getirmiştir.  İnsan hürriyetine getirilen kısıtlamaları kaldırmış, buna sebep olan kurumları ve işlevlerini de iptal etmiştir. İnsanı kula kulluk etmekten, nefsinin tahakkümünden, sosyal yasaklardan, tabulardan azade kılmış ancak Allah’ın kanunu dâhilinde mutlak bir hürriyete kavuşturmuştur. Hak ve batılı göstermiş, insanları tercihlerinin neticesinde erişeceklerimükâfat ve cezalardan haberdar ederek seçimde muhayyer bırakmıştır. Bu kararı verme aşamasında sorulacak her soruyu hoş görü ile karşılamış, günler ve gecelerini insanların arayışlarını teşvike sarf etmiştir. Ruhun nefs tutsaklığından kurtarılması için mü’minlere tezkiye yollarını göstermiş, kâfirlerin İslam’a girmesi için zorlanmasını ise hoş karşılamamıştır. Zira hidayet ancak Allah’ın iştiyaklı, gayretli, azimli, arzulu kullarına tahsisi ettiği bir ikramdır.

Onun toplumunun esas unsuru hürriyettir. O toplum ki gayr-i Müslim pek çok unsuru Yahudi ve Hıristiyanları da ihata etmektedir. Kendilerine tanınan ayrıcalıkla Ehl-i kitabın da katılımıyla Medine’de yepyeni bir toplum inşa edilmiştir. İslam devleti tarafındangary-i Müslim unsurların hepsi günümüzde dahi görülmeyecek biçimde din ve düşünce özgürlükleri, canları ve mülkiyetleri garanti altına alınarak, Müslümanlarla birlikte bir toplum içinde kaynaştırılıp Medine anayasası ile eşit haklara sahip teba haline getirilmiştir. 

FEDAKÂRLIĞI

Şah-ı Resul daima başkalarını kendine tercih etmiştir. Hatta en sevdiklerinin istek ve refahlarını başkalarının hayrına feda etmiştir. Kızı Fatıma’yı ayakta karşılayıp öpecek kadar severdi fakat Hz. Fatıma bütün hayatını yokluk içinde geçirdi. Resulullah aç kalmak bahasına elindekini isteyenlere vermekten çekinmemiş, kendisi bir kuru hurmaya veya bir kırba suya rıza göstermiştir. Ancak onun en büyük fedakârlığı sevgili şehri Mekke’yi İslam ve Müslümanların istikbali adına terk ederek Medine’ye hicretidir. RabbülÂlemin bu büyük fedakarlığın karşılığı olarak ona kısa sürede yedi cihana yayılacak bir devlet ihsan buyurmuştur. Hicreti ile başlayan zamandan, maldan, candan, sevgiliden, evlat ve ıyaldanfedakârlığı ile yeryüzünde küfrün, şirkin, şeytana, puta, nefse, maddeye, menfaate, zevke, masivaya tapmanın belini kırmış, batılın ve tâğûtların köklerini koparmış atmıştır.  Resulullah Efendimizin gelişine kadar geçen asırlık puta tapma eylemi onun meydana getirdiği, Allah’ın yarattığı büyük farkındalık ile inkılaba tevdi edilmiş, gaflet ve cehalet ortadan kaldırılmıştır. 

SULH PEYGAMBERİ OLUŞU

İslam Peygamberi’nin getirdiği din “barış, selamet” anlamının yanında Kainatın Yaratıcısı, sahibi ve hâkimi olan Allah’ın emirlerine itaat ve bağlılık anlamını taşımaktadır. Esasında gerçek barış ve sulh ancak bu yolla tesis edilebilir, zira Allah barış ve kemalin kaynağıdır. Kim O’na yönelirse barışa, saadete ve kemale mazhar olur. Peygamber Efendimize düşman olanlar onu diğer insanları barış ve saadet yoluna çağırmaktan alıkoymaya gayret etmişlerdi. O ise bu barış düşmanlarını, onlarlaharb etmeden on üç sene tahammül göstererek selamete davet etti. Getirdiği dinin kutsal saydığı insan hayatını tehlikeye düşürmemek için -savaş hali ve silahlı olanlar hariç- kimsenin canına kastı mazur görmedi. Allah yolunda hikmetli ve güzel sözle, azimle cehdi-çalışmayı zorunlu ve daimi gördü ancak zulüm ve zorbalığı sona erdirmek,adil bir sistemi tesis ve hakkı hakim kılmak için savaşa izin verdi.  

MECLİSİ

Oturduğu yer ashabınınkinden fark edilmezdi, aralarında, hatta meclisin nihayet bulduğu yerde dahi oturduğu olurdu. Arkadaşlarının arasında ayaklarını uzatmazdı ki onlardan birine meclisi daraltmasın. Huzuruna girene ikramda bulunurdu. Hatta herhangi bir akrabalığı olmayanlara dahi ikram olarak, abasını çıkarır, yere serer üzerine oturturdu. Minderi varsa minderini teklif eder, gelen itiraz ederse o kabul edene kadar ısrar ederdi. Yanına girenlere öyle muamele ederdi ki misafir kendisinden daha şerefli kimsenin bulunmadığını düşünürdü.Onun meclisi; dinlemesi, konuşması inceliğinin ve beraberinde oturana yüzünü çevirmesi ve sohbeti haya, tevazu ve emanet örneği idi. Onun meclisinde sesler yükselmezdi. Ashabına kadın erkek, büyük küçük ayrımı yapmadan künyeler hediye ederdi. Ashabı da isimlerini terk ederek bu künyelerle anılırlardı.[27] 

KONUŞMASI

Rivayet edilmektedir ki cennet ehli Resulullah’ınlügatıyla konuşur. O konuşma bakımından insanların en fasîhi, kelam bakımından en tatlısıydı. Sözcükleri ipe geçirilmiş inci taneleri gibi intizamlıydı ve az konuşurdu. Fakat istediği bütün manaları konuşmasına sığdırırdı: Cevami’ül-kelimdi. Onun konuşmasında ne fazlalık ve ne de kusur vardı.Gür sesliydi. Normal halinde de öfkeli olduğunda da hakkı söylerdi. İyiliğin gayrisini söyleyenden yüz çevirirdi. Kerih gördüğü şeyleri söylemek zorunda kaldığında kinayeli söylerdi. Ciddi ve zor bir işle görevli olmasına rağmen alışılagelmiş liderlerin aksine ne sıkıcı, ne kasvetli,ne de monotondu. Bilakis tatlı ve hoş bir kimseydi. Ashabıyla şakalaşır, samimi sözlerle onların işlerine karışırdı.

Avf b. Malik,Tebük seferinde küçük bir çadırda bulunan Resulullah’a selam vermek istemiş ve çadıra girmek için izin istemişti. Allah’ın Resulü “Giriniz” deyince Amr “Her tarafım mı Ya Resulallah” diyerek şakalaşmış, O da “Tamamın” latifesi ile cevap vermişti.

Ne anlatmakla bahsi tükenir, ne saymakla nitelikleri sona erer, ne de dinleyen kulaklar bu eşsiz bahsin sona ermesini diler, ne de dinleyenler Zat-ı Risaletpenahilerini künhü ile anlamaya muktedir olabilir. Şairini söylediği gibi:

“Evvelümâhalakallah” ki senün nurundur

Seni idrak idecekkimdüreyaCevâd![28]

Ancak ehli insaf teslim ederler ki “Akıllarıyla sünneti anlamaya dikkat edenler, ona tam manasıyla ve ayrılmamak üzere kalpleriyle bağlananalar ancak gerçek sufilerdir.”[29]Sufiler,Peygamberimizin hayatının izleri mü’minlerin hayatından silinmeye başlayınca sahneye çıkmış, zühd ve ibadet hayatını, ahlak ve şahsiyetini kendilerine örnek alarak yaşamış, sünnetinden hareketle, insan-ı kamilhayr’ul-beşer makamına ulaşabilme yöntemleri geliştirmiş, bu yöntemleri sistematik hale getirerek tasavvuf ilmini teşekkül ettirmişlerdir.

Hayrü’l Beşer Efendimizin getirdiği İslam dini ve onun bütün insanlara örnek hayatı insanlık tarihinde unutulmaz izler bırakmıştır. Etkileri zaman ve mekân sınırlarını aşmış, insanlığın sosyal, ekonomik, siyasi, askeri, kültürel ve eğitimle ilgili hayatına nüfuz etmiştir. İnsanlığı yüzlerce yıl süren bir uykudan uyandırmış ve uyandırmaya devam etmektedir.İnsanlığın önüne engin ufuklar açmış, hakikati arama ve bulma, araştırma ve öğrenme arzusu aşılamıştır. Mü’minlere verdiği amaç ve gaye onları gayrete sevk etmiş, azimli bir hayat sürmelerini sağlamıştır. Onun gerçekleştirdiği değişimle“cahil bedevilerden”“donanımlı liderler” kimliğine bürünen Müslümanlar bütün dünya halklarını etkileyecek yeni dönüşümlerin kıvılcımlarını ateşlemişlerdir. Bütün dünya bugün bir refaha kavuştuysa, dini, ilmi, bilimsel ve sosyal hayatta bir atılım söz konusu ise her birinin temelinde Âlemlere Rahmet olarak gönderilen Hayrü’l Beşer olan, İnsanlığın En Hayırlısı olan Peygamber Efendimizin tebliği, emeği, gayreti ve azmi bulunmaktadır. 

Hayal etmek uluvv-i kadrini bi-hudedir, zira

Büyüksün rütbe-i tahminden elbet, Ya Resulallah!.[30]

 

Hazırlayan: Serpil Özcan

 

[1]Ahzab, 21

[2]Kamle, 4

[3]Ahzab, 45-46

[4] Enbiya, 107

[5]Ahzab, 40

[6]Siret Ansiklopedisi, I, s. 38.

[7]Ahzab, 21.

[8]Faslu’l-hitab, s. 427.

[9] İhya, II, s. 801.

[10] İhya, II, s. 799.

[11]Avarif, s. 24.

[12]SiretAns., I, s. 39.

[13]Siret r Ans., I, s. 40.

[14]SiretAns., I, s. 43.

[15] İhya, II, s. 805-809

[16] İhya, II, s. 805-809

[17] İhya, II, s. 805-809

[18] İhya, II, s. 805-809

[19] İhya, II, s. 805-809

[20] İhya, II, s. 805-809

[21] İhya, II, s. 805-809

[22] İhya, II, s. 821.

[23] İhya, II, s. 827.

[24]SiretAns., I, s. 74.

[25]SiretANs., I, s. 408.

[26] Hadislerle Müslümanlık, I, s. 91-252

[27] İhya, II, s. 805-809

[28]Nâbî

[29]Avarif, s. 57

[30]Nigar Hanım.