logo

Avrupa hafızasını kaybetti!

İki dünya savaşında milyonlarca insanı yerinden edilen Avrupa, kendi tarihini çabuk unuttu. Çaresiz mültecileri denizde ve karada ölüme terkeden AB, bu durumun baş faili oldu. Batı'nın utanç karnesini dolduran “göçmen soykırımı”, sözde demokrat ülkelerin ırkçı tutumuna ve kıta güvenliğini insan yaşamından “kutsal” sayan politikalara yönelik eleştirileri artırdı.

Savaş ve çatışma ortamlarını arkalarında bırakarak Avrupa'ya gitmen isteyen göçmenler ya botlarının batırılması sonucu umut yolculuğunu tamamlayamadan ölüyor ya da 'Büyük Kale'nin tel örgülerini geçemeyerek geri çevriliyor.

Çifte standart

Bundan yüz yıl önce I. Dünya Savaşı'ndaki büyük göçlerle nüfus yapısı değişen Avrupa'nın, kendi tarihini bu kadar çabuk unutup çatışmalardan kaçan insanlara kapısını kapaması, çifte standardın en bariz örneğini teşkil ediyor.
Acı göç tecrübesini II. Dünya Savaşı'nda da yaşayan Avrupa, son yıllarda evlerinden sürülen sivilleri anlamak şöyle dursun, üstüne onları insanlık dışı muamelelere maruz bırakıyor. Avrupa Birliği'nin (AB) sebep olduğu göçmen cinayetleri, sözde demokrat liderlerin ırkçı tutumlarına ve kıta güvenliğini insan yaşamından önde tutan politikalarına yönelik tepkileri de artırıyor.

Göçmen Avrupalı olmayınca...

AB'nin eski Ortak Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Javier Solana'nın “Avrupa'nın mülteci hafıza kaybı” olarak nitelendirdiği durum, göçmen düşmanı üye ülkelerin hem uluslararası normları hem de kendi birlik kurallarını hiçe saydığını gösteriyor. İki dünya savaşında milyonlarca Avrupalı sivil, işgaller ya da sınırdışı edilmeler nedeniyle evlerinden sürülmüş, uluslararası kamuoyu bu insanların yerleştirilmesi ve yaşadıkları acıların azaltılması için mücadele vermişti. Aynı dramı bugün "Avrupalı olmayanlar" yaşıyor. Suriye ve Afganistan başta olmak üzere Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Asya'dan binlerce insan, Batı'nın bizzat faili ya da dolaylı olarak tarafı olduğu iç karışıklıklardan kaçmaya başlayınca hafızasını yitiren Avrupa, sığınacak bir liman arayan bu insanlara sırt çeviriyor.

Geçen yüzyılda büyük acılar yaşamış olan Avrupa'ya kendi tarihini hatırlatan ve AB liderlerine sorumluluklarını yerine getirmeleri çağrısında bulunan Solana'ya bugüne kadar kimse kulak vermedi. Solana, yaşadığı hayal kırıklığını, “Kendi geçmişimizi ne çabuk unuttuk! Bugünkü fikir, kendilerini ulusal kimliğin muhafızları olarak gören popülist partiler tarafından besleniyor” sözleriyle anlatmıştı.

İspanyol siyasetçinin de altını çizdiği gibi, "Avrupalı" kimliğini ve güvenlik endişelerini insani değerlerden üstün tutan zihniyet, göçmen karşıtlığını körüklerken, Macaristan'dan İsveç'e kadar birçok Avrupa ülkesinde ırkçı ve Neonazi partiler mülteci sorunu üzerinden oy toplamaya devam ediyor.

Almanya'dan utanmaz teklif

II. Dünya Savaşı'ndan sonra yaşanan en kötü mülteci krizi, sığınmacılara kimin ne kadar yardım yaptığını gösterme açısından da bir sınav oldu. 2 milyondan fazla Suriyeli sığınmacıya ev sıcaklığı sunan Türkiye'nin yaptığı yardım, kağıt üstünde “insan hakkı” savunucusu Batı'ya ders olacak nitelikte. Göçmen krizine duyarsız kalan Avrupa ise çözümü kendi topraklarında aramıyor. Almanya İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere'nin, AB'nin iltica taleplerinin değerlendirileceği mülteci kamplarını Türkiye'de kurması gerektiğini söylemesi de bu yaklaşımın en bariz örneği oldu. Euronews kanalına röportaj veren Maziere, “Büyük bir mülteci kampının Türkiye'de kurulabilmesi için AB fonlarından faydalanabiliriz. O mülteci kampında kimin Avrupa'ya alınacağına karar verebiliriz” dedi.

AB, göç politikaları kapsamında Türkiye'ye 469 milyon euro fon ayırmış durumda. Ancak bu rakam, şuana dek mülteciler için 6.5 milyar dolar harcayan Türkiye'nin yardımlarının yanında devede kulak kalıyor.

Türkiye, sınır bölgesinden giriş yapan Suriyelilere yardıma devam ederken, Avrupa ise kendi koyduğu kuralları bile çiğniyor. Kalıcı yerleşimleri önlemek ve kendilerine sığınmak isteyen insanların gözünü korkutmak isteyen AB, “çözüm”ü, kaçakçıların kullandığı botları imha etmek ve tekneleri geri yollamakta buldu. Akdeniz'de birçok tekne ya battı ya da kasten batırıldı. Yunan polisinin tekneleri hedef alması, görüntülerle de kanıtlandı. AB üyesi Slovakya'nın ülkeye alacağı 200 Suriyeli sığınmacının Hristiyan olmasını şart koşması da hasır altı edildi.
Dublin sözde kaldı

Avrupa'da göçmenlerin ayak bastığı ilk ülkeye iltica başvurusu yapmasına imkan veren Dublin Anlaşması, 25 AB ülkesince ihlal ediliyor. Göç sorununa "çözüm bulamayan" Almanya, iç savaştan kaçan Suriyelilere iltica başvurusu yapma hakkı veren Dublin Anlaşması'nı sessiz sedasız askıya aldı. Berlin'i, Sırbistan sınırına tel örgü çeken Macaristan izlerken, Budapeşte yönetimi, AB'nin Schengen sınırlarını koruması konusunda destek vermemesinden yakınıyor.

Nefes almak bile parayla!

1998’den bu yana 20 binden fazla kişi Avrupa’ya ulaşmaya çalışırken yaşamını yitirdi.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Sözcüsü Melissa Fleming'e göre, Akdeniz'i geçerek Avrupa ulaşan kaçak göçmen sayısı 300 bini geçti. Şimdiye kadar 200 bin göçmen Yunanistan'a, 110 bin göçmen ise İtalya'ya ulaştı. Libya açıklarında iki teknenin batması sonucu hayatını kaybeden 200 göçmenle birlikte Akdeniz'de ölenlerin sayısının 2 bin 500'ü aştığını ifade eden Fleming, botlarda yaşanan tüyler ürpertici olayı şöyle anlattı: “Hayatta kalan göçmenlerle konuştuğumuzda bize, tıka basa dolu teknelerde insan kaçakçılarının geminin en alt kısmında kalanlardan dışarı çıkıp nefes alabilmeleri için para istediği söylendi. Kaçakçılara daha fazla para ödeyebilenlerin güvertede durmasına izin veriliyor, diğerleri ise zorla gemin en alt kısmına itiliyor.”

Y.Şafak