Gıda güvenliği önemli bir konu
Son Güncelleme: 2 NİSAN 2012 - TSİ 10:16
Toksik gıdalar-kanser ilişkisi, mikroplarla kirlenmiş gıdalar-bulaşıcı hastalıklar bağlantısı, parazit bulaşmış besinler-paraziter hastalıkların ortaklığını biz henüz yeni yeni öğreniyoruz. Yeni öğreniyoruz ama, bu hayatımızı doğrudan etkileyen bir konu. Ve gıda güvenliğimizi sağlamak için, hep birlikte ve son derece titiz çalışmalıyız.
Gıda güvenliğinin neredeyse her gün gündeme gelmesinin sebebi, sağlığımızı derinden ve doğrudan etkilemesidir. Gıda güvenliği yalnızca bizim yaşadığımız bir problem değildir, uzun süredir, global bir soruna dönüşmüş durumdadır, her ülkeyi ilgilendirmektedir. Kontrollerin dikkatle yapıldığı, hijyenik uygulamaların özenle izlendiği ülkelerde bile neredeyse her hafta yeni bir “gıda güvenliği bombası” patlamaktadır.
Örnek olarak, size geçen yıl Amerika ve Almanya’da patlayan bombaları hatırlatırım. Amerika’nın pek çok eyaleti, (hala) yiyecek-içeceklere bulaşmış kimyasallar ve mikroplarla uğraşıyor. Dünyanın en gelişmiş gıda güvenliği ve hijyen yöntemlerinin uygulandığı Almanya ve Japonya’da öldürücü olabilen gıda zehirlenmeleri görülebiliyor. Soruna bu pencereden bakarsanız, ülkemizde de zaman zaman “gıda güvenliği krizlerinin patlaması” normal sayılmalıdır. Çünkü, bizde maalesef ne üreticiler ne de tüketiciler gıda güvenliğinin önemini henüz yeterince kavramış değiller. Mikroplarla ve toksik kimyasallarla kirlenen çevremizin kısa bir süre sonra yine mikrop ve toksik kimyasallarla zehirlenen bedenler, doku ve organlar, hücreler haline dönüşeceğini henüz yeni yeni fark ediyorlar, ediyoruz...
Toksik gıdalar-kanser ilişkisi, mikroplarla kirlenmiş gıdalar-bulaşıcı hastalıklar bağlantısı, parazit bulaşmış besinler-paraziter hastalıkların ortaklığını biz henüz yeni yeni öğreniyoruz. Bu konudaki mevzuat ve yaptırımların da yeni yeni düzenlendiği biliniyor. Tarım Bakanlığı’mız (özellikle son zamanlarda) konunun üzerinde hassasiyetle duruyor, su ve gıda güvenliği konusunda çağdaş mevzuatlar düzenlemeye, halkı bilgilendirici, üreticiyi eğitici eğitim çalışmaları yapmaya gayret ediyor. Ama ne var ki, geldiğimiz noktanın henüz sürecin emekleme dönemi olduğunu bilmemiz lazım. Son 20-30 yılda nüfusunun yaklaşık dörtte üçü şehirlerde yaşayan şehirli bir toplum haline geldik. Şehirleşme daha da artacak gibi görünüyor. Bu değişim, bundan 30-40 yıl önce yiyip içtiklerinin nerdeyse tamamını köyünde kasabasında kendisine ait tarlası, bahçesi, kümesi, ahırı, otlağı, merasında üreten insanların, başkalarının ürettiği gıdaları tüketir hale geldiğini de gösteriyor. Kısacası, eski küçük kasaba ve şehirlerden, mega boyutlarda sebze, meyve, et, süt, yoğurt, yumurta, bal, pekmez, reçel tüketen büyük metropollere müthiş bir göç var.
Bir kez daha hatırlatmakta fayda görüyorum: Yaşadığımız kanser fırtınasının arkasında da, her gün bir başka şekilde gündeme gelen bazı güncel sağlık sorunlarının (gıda zehirlenmeleri, ishaller, reflü, gastrit, kolit gibi sorunlar, alerjik reaksiyonlar, hipertansiyon, şeker salgını, hormonal bozukluklar, metabolizma hastalıkları) arkasında da, yiyecek ve içeceklerimize karışan zararlı maddeler ve mikroplar var.
Gıda hijyeni ve gıda güvenliği çok ama çok önemli bir konu ve biz bu konuyu hep sıcak, hep gündemde tutmalıyız. Halkı bilgilendiren, tereddütleri gideren açıklamalar gecikmeden ve çekinmeden yapılmalı, halk sağlığını hiçe sayarak, balı toz şekerden, sosisi, sucuğu kırmızı etten ucuza satan, daha çok ürün alayım diye sebzeyi meyveyi gübre kimyasallarının, tarım ilaçlarının adeta “deposu” haline getiren, eti, sütü antibiyotik veya hormon haplarına çevirenlerin gözünün yaşına bile bakılmamalıdır.
Unutmayalım! Yiyip içtiklerimiz temiz değilse bedenimiz çöplüğe döner ve hastalıklardan kurtulamaz...
Balı bile bozduk
Son günlerde gündeme gelen sahte bal tartışmasının arkasında da aslında bu büyük toplumsal değişim yatıyor. Aynı sorun bugün konuşulmasa da, gündemde olmasa da aslında pek çok gıda için, doğaldır diye içtiğimiz sular ve hazır içecekler için de söz konusu. Çözüm yeni çıkan gıda güvenliği yasasının A’dan Z’ye eksiksiz uygulanmasından geçiyor. Dahası bu tür yönetmeliklerin de sorunu çözmeye yetmeyeceğini bilmek şart. Sorunun çözümü “gıda güvenliği timleri” oluşturmak ve bu timlerle her türlü yiyecek-içeceği sistematik bir şekilde denetlenmesinden geçiyor.
Ben bu denetleyici timlerin bir “gıda polisi” hatta biz tüketicilerin, hepimizin “gıda hafiyesi” gibi görev yapması gerektiği kanaatindeyim. Sokakta satılan fastfood her türlü yiyeceğin, dönerin, hamburgerin, çizburgerin, nohut üstü pilavın, simidin, hatta ekmeklerin, lokantalarda servis edilen yiyecek ve içeceklerin, market raflarından “pakettedir, güvenlidir, üzerinde ilgili bakanlığın kontrolü altında üretildiğine dair bilgiler vardır” diye güvenerek satın aldığınız her türlü yiyeceğin içeceğin bile hijyenik mi, gıda güvenliği bakımından yeterli mi olduğunu sorgulamaları gerekiyor. Çünkü ortaya çıkabilecek olumsuz sonuçların vebali yalnız üreticinin değil, bunları denetleyen bunlara izin veren yetkili kurumların, bakanlıkların, belediyelerin üzerindedir.
Prof. Dr. Osman Müftüoğlu / Hürriyet