logo

Dünya Çevre günü kutlamaya hakkımız var mı?

Çevre Kuruluşları Dayanışma Derneği(ÇEKÜD),  Dünya Çevre Günü nedeniyle çevre sorunlarının küresel boyutu ve kaynak israfına dikkat çekti. ÇEKÜD Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Yorulmaz'ın "Dünya Çevre Günü Kutlamaya Hakkımız Varmı?" başlıklı makalesi şöyle:

5 Haziran Dünya Çevre Günü 1972 yılında Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı’nda ilan edilmiş tarihi bir gün. Amaç, insanların hürriyet, eşitlik ve yeterli yaşam koşulları altında onurlu ve refah içinde yaşama haklarını korumak; bugünkü ve gelecek nesiler için çevreyi koruma ve geliştirme konusundaki sorumluluklarını hatırlatmak. Türkiye de aynı amaçları gerçekleştirmek üzere 5- 11 Haziran tarihlerini yurt çapında kutlanması gereken Çevre Koruma Haftası olarak ilan etti. 

Birleşmiş Milletler (BM), Dünya barışını, güvenliğini korumak ve uluslararasında ekonomik, sosyal ve kültürel bir işbirliği oluşturmak amacıyla 1945’te kurulan uluslararası sistem ve organizasyonların başında geliyor. Uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanılmasını evrensel düzeyde yasaklayan ilk anlaşma da BM sözleşmesi olarak tanımlanıyor. İnsan Hakları Konseyi ise 1946 yılında insan hakları ihlallerinin önüne geçmek için BM çatısı altında kurulmuş alt çalışma grubu.

Çevre, ortak geleceğimiz; 

Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Komisyonu Başkanı Gro Harlem Brundtland, “Ortak Geleceğimiz” adıyla Türkiye Çevre Sorunları Vakfı tarafından bastırılan ve 1987 yılında yayımlanan komisyon raporunda benzer konulara dikkat çekerek tespitlerini ve çözüm önerlerini paylaşıyor. Brundtland’ın değindiği konular, aradan geçen bunca yıla rağmen bu tarih ve tanımlamaların gerek ekonomik gerekse ekolojik sürdürülebilirlik,  gerek doğal çevrenin gerekse temel insan haklarının korumasında alınan mesafeyi ölçme açısından ne anlamlar ifade ettiğini gözler önüne seriyor. 
Brundtland’a göre çevre bozulması başlangıçta yalnızca zengin ülkelerin sorunu ve sınai servetin bir yan ürünü gibi görünürken, bugün  gelişmekte olan ülkelerin yaşamını sürdürmesi sorunu haline gelmiş durumda. Bugün yaşanan küresel krizleri görünce, 1987 yılında yapılan bu tespitlere şapka çıkarmamak mümkün değil. 
Raporunda eşitsizlik ve yoksulluğun toprağa, suya, ormanlara ve diğer doğal kaynaklara büyük bir baskı yüklemekte olduğunu belirten Brundtland, global sürdürülebilir kalkınmayı sosyal ve çevresel olarak sürdürülebilir ekonomik büyüme politikalarına bağlamakta ve gelişmekte olan ülkelerin çoğunda giderek derinleşen yoksulluğu ortadan kaldırabilmek için ekonomik kalkınmayı şart koşmaktadır.  

Küresel krizler birbirini tetikler 

Gro Harlem Brundtland’ın yayınlandığı tarihte bütün ülkelerde yankı uyandıran raporunda belirttiği şu tespitlerin aradan geçen 25 yıl zarfında değerinden hiçbir şey kaybetmediği gibi, bu konularda bir arpa boyu yol alınamadığı, dozajı gittikçe artan ekonomik ve ekolojik küresel krizlerden anlaşılacağı üzere gün gibi aşikardır: 

“Kalkınmada ve çevre yönetiminde başarısızlık birbirinden bağımsız değil aksine paralel seyretmektedir. 1983 yılında BM Genel Kurulunda Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu kurulmasının gerisinde bu gerçek vardır. Çevre krizi, kalkınma krizi, enerji krizi birbirinden ayrı krizler değildir. Enerji, tarım, ticaret departmanları ve çevresel, ekonomik, sosyal  kompartımanlar birbirinden bağımsız değildir. Ekonomik büyümenin büyük kısmı ormanlardan, topraktan, denizlerden ve su yollarından hammadde çekmektedir.” 

Geçmişte ekonomik kalkınmanın çevre üzerindeki etkilerinden kaygılanırken, şimdi ekolojik baskıların ekonomik beklentilerimiz üzerindeki etkilerinden kaygılanmaya başladığımızı ifade eden BM Çevre ve Kalkınma Komisyonu Başkanı Gro Harlem Brundtland raporunda ekonomi ile ekolojinin, sürdürülebilir kalkınma ile çevre kaynaklarının yakın etkileşimini şöyle ifade ediyor:  

“Ekonomi ile ekoloji birbirine giderek daha çok kenetleniyor. Az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerinde doğal kaynak ihracı önemli bir faktördür. Bu ülkelerin içinde bulunduğu korkunç ekonomik baskılar onları çevre kaynakları rezervlerinin sömürülmesine göz yummak zorunda bırakmaktadır. 

 Afrika'daki son kriz ekonomi ile ekolojinin nasıl birbirini etkileyerek felakete yol açabileceğini en iyi ve en acı şekilde ortaya koyan örnektir. Tetiğini kuraklığın çektiği felaketin asıl sebepleri daha derinlerde yatmakta, kökleri yoksul kıtaya verdiğinden çok alan global ekonomik sisteme uzatmaktadır. Ödeyemedikleri borçlar Afrika ülkelerini mal satmaya, zaten zayıf olan topraklarını aşırı kullanmaya, bu yüzden iyi tarım toprağını çöle çevirmeye zorlamıştır. 

Zengin hatta gelişmekte olan ülkelerdeki ticaret engelleri, Afrika'lının mallarını iyi bir kazançla satmasını zorlaştırmış, ekolojik sistemlere daha fazla baskı yüklemiştir. Dış ülkelerden gelen yardım yetersiz olmakla kalmamış, yardımı alan ülkenin ihtiyaçlarından çok veren ülkenin tercihlerini yansıtır olmuştur. Artan yoksulluk ve işsizlik çevre kaynakları üzerindeki baskıyı daha da artırmakta, giderek daha çok insan o kaynaklara doğrudan bağımlı yaşamak zorunda kalmaktadır. 

Derinleşen ve genişleyen çevre krizi ulusal güvenliği, belki daha iyi silahlanmış düşmanlardan daha çok tehdit etmektedir. Buna rağmen zarar gören hükümetlerin çoğu hâlâ işgalci çölle mücadeleye harcamadıkları kadar daha çok parayı insanlarını işgal ordularından  korumaya harcamaktadır.” 

Teşhis doğru, tedavi yanlış 

İnsanlığın ilerlemesini sağlamak, ihtiyaçlarını gidermek, geleceğini korumak, beklentilerini yerine getirmek için gösterilen çabaların pek çoğu sürdürülemez şeyler olduğunu ifade eden Brundtland,  bu çabaların zaten aşırı kullanılmış olan çevre kaynaklarını hızla iflasa götürdüğünü belirtmektedir.  Gelecek kuşakların müsrifliğimiz yüzünden bize lanet okuyabileceğini ama alacaklarını bizden asla tahsil edemeyeceklerini belirten Brundtland,ın konuyu biraz da ironikleştirerek kullandığı cümleler oldukça ilgi ve dikkat çekici: 

“Bizim böyle davranmamızın sebebi, bu tutum yanımıza kâr kaldığı içindir. Çünkü gelecek kuşaklar oy veremez, üzerimizde siyasi ve mali güç kullanamazlar. Yoksulluğun içine işlediği bir dünya ekolojik her türlü faciaya eğilimli kalacaktır.” 

Kağıt üstünde kalan çevrecilik
 
1992 yılına gelindiğinde, 1987 yılında yazılan bu raporun 5 yıl sonra Brezilya'da toplanan BM sürdürülebilir kalkınma konferansına damgasını vurduğu ve önemli kararların alınmasına sebep olduğu açıkça görülecektir. Ancak, alınan bunca kararlara yapılan bunca tespit ve uyarılara rağmen Brundtland’ın korktuğu başına gelmiştir.  

Aradan koca bir 20 yıl daha geçmiş, gelişmekte olan ülkelerdeki yoksulluk Avrupa ve Amerika'ya sıçramış,  AB ülkeleri ekonomik resesyon içinde kıvranmaya başlamışlar, sürdürülebilir yönetimlerin 3.Dünya ülkelerine demokrasi ihraç etmek kadar kolay olmadığını anlamışlardır. BM üyeleri 20 Haziran 2012'de Brezilya'nın Rio de Janeiro kentinde yapılan ve 100'den fazla ülkenin katıldığı BM Sürdürülebilir Kalkınma 

Konferansında, aradan geçen  20 yılda süre içinde başarılamayan kararların üzüntüsü uluslar arası kamuoyu ile paylaşılmıştır. Bu paylaşım yeni yüzyıl bilgi toplumunun kendi dertlerine çözüm üretmekten acze düştüğünün en yetkili ağızlardan ilanı olmuştur. 

 

Yeni küresel kurallar gerekli 


Yıl 2013 ve üst düzey başka bir ağızdan farklı bir itiraf daha duyuyoruz. Eski Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, 11 Mayıs tarihli basında ‘Afrika'yı soyuyorlar’ başlığı altında çıkan haberde vergi kaçakçılığı, gizli madencilik anlaşmaları ve para transferlerinin Afrika'yı elindeki kaynakların faydalarından mahrum bıraktığını ve hırsızlığı önlemek için yeni küresel kurallar koymak gerektiğini açık bir dille itiraf ediyor. 

Hayata yeni bir anlam yüklemek zorundayız 

Açlık ve susuzluk, zulüm ve işkence,  yağma ve soygun, yalancılık ve dolandırıcılığın hala devam ettiği yerkürede çevre sorunlarını sadece tartışırız ama hiçbir zaman çözemeyiz. Çevre sorunlarını çözmek için önce insanlık sorunlarını çözmek zorundayız. Çevre insanın varlığı ve mutluluğu için yaratılmıştır. İnsanın yaşam mücadelesi verdiği yerkürede göstermelik olarak yapılan çevre mücadelesi anlamını yitirmektedir. Zengin maden ve petrol rezervleri, zengin yer altı zenginliklerini kontrol altında tutmak için Ortadoğu’da sürdürülen iç savaş, Myanmar’da sürdürülen etnik kıyım, Doğu Türkistan’da sürdürülen zulüm çevre sorunlarını tartışmaya engeldir.  
Prof Dr. Orhan Kural “Sofrada Sıfır Artık Kampanyamıza destek için verdiği konferanslarında 'Dünyanın dengesi bozulmuş' diyor. Ekonomik denge bozuk, ekolojik denge bozuk, siyasal denge bozuk, sosyal denge bozuk. Neden?  Kendi ellerimizle yaptıklarımız yüzünden. 

Süleyman Yorulmaz 
Çevre Kuruluşları Dayanışma Derneği (ÇEKÜD) 
Yönetim Kurulu Başkanı