2003 savaşı ve Amerikan işgalinden sonra ABDli, İngiliz, Fransız, Çinli ve Rus menşeili uluslararası petrol şirketleri Irak'ı paylaşamıyor.
Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Ortadoğu ve Afrika Araştırmacıları Derneği ORDAF yazarı Doç. Dr. Davut Hut, Irak petrolleri ile ilgili değerlendirmelerde bulundu.
"Bazı ülkeler vardır ki, sahip olduğu zenginlikleri refah ve istikrar kaynağı olması gerekirken, paradoksal bir şekilde yoksulluk ve felaketler kaynağı olabilmektedir. İşte, Irak ve zengin petrolü, bunun tipik bir örneğini teşkil eder. 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı Arap vilayetlerindeki petrolün varlığından haberdar olan Avrupalılar, II. Abdülhamit’in petrol bölgelerini kendi şahsi mülkü (arazi-i seniyye) haline getirmesi ve aldığı diğer tedbirler sayesinde, bu petrolü işletme imtiyazını elde edememişlerdi. Ancak, padişahın tahttan indirilmesiyle başlayan yeni süreçte, petrol sahalarının şahsi mülk olmaktan çıkarılıp devlet hazinesine devredilmesiyle iştahı kabaran Avrupalılar, Irak petrolünün paylaşımı konusunda kıyasıya bir mücadele ve rekabete giriştiler. Irak petrollerini işletmek üzere, yine İngilizler tarafından daha 1912’de kurulmuş olan Türk Petrol Şirketi’nin adı, Irak Petrol Şirketi (Iraq Petroleum Company)’ne çevrildi. Musul sorununda İngiltere’nin Türkiye’ye karşı uyguladığı ısrarlı politika ise, bölgenin zengin petrol yataklarının elde tutulması esasına dayanıyordu.Musul sorununun çözümünden yalnızca bir yıl sonra da, İngilizlerin Irak Petrol Şirketi Kerkük’ün Baba Gurgur bölgesindeki zengin petrollerini keşfedip çıkarmaya başlamıştı bile. 1934 yılına gelindiğinde, Kerkük’ten Trablusşam-Lübnan ve Hayfa’ya doğru olan petrol boru hattı yapıldı. Böylece Kerkük/Irak petrolü, Akdeniz limanları üzerinden dünya pazarlarına ulaşmaya başladı. 1952’ye gelindiğinde, Musul’un kuzeyindeki Ayn Zaleh sahasında petrol üretimine başlandı. Daha sonra Dörtyol ve Basra’ya ulaşan iki boru hattı daha hizmete açıldı ki, bunlardan Dörtyol hattı 1991’deki Körfez Savaşı sırasında kapatıldı" dedi. Hut şöyle devam etti: " Irak hükümetinin 1972’de Sovyetler Birliği ile on beş yıllık bir anlaşma imzalaması ve yine aynı yıl Saddam Hüseyin tarafından Irak Petrol Şirketi’nin dolayısıyla Irak petrollerinin millileştirilmesi, iktidardaki Baas Partisi’nin popularitesini hayli yükseltmesine karşın ABD’li şirketleri ise öfkelendirmişti. Baas Rejiminin siyasi ve ekonomik gücü, 1973’teki Arap-İsrail Savaşı sonrasında İsrail’e destek veren ülkelere başlatılan petrol ambargosuyla birlikte yükselen petrol gelirleri sayesinde daha da arttı. Irak’ın yarım milyar dolar olan petrol geliri, sadece iki yıl içinde 7 milyar dolara fırlamıştı. Bu yıllarda sağlanan yüksek petrol gelirleri sayesinde alt yapı yatırımlarına büyük paralar harcandığı gibi, hayat standardında da önemli ilerlemeler kaydedildi. Böylece, Baas rejimi tarafından temsil edilen devletin toplum üzerindeki hâkimiyeti iyice pekişirken muhalefetin gücü de büyük oranda kırıldı. Bütün bu gelişmeler, Saddam Hüseyin gibi bir Ortadoğu diktatörünü ortaya çıkardı. Saddam Hüseyin, 1980’de İran ile müşterek olarak kullandığı Şattularap suyolu üzerindeki egemenliğini ilan etmek suretiyle, komşusu İran’la sekiz yıl sürecek olan yıkıcı bir savaşı da başlatmış oldu. Humeyni devrimiyle birlikte İran’dan artık ümidini kesen ABD ve Avrupa ise, bu kez İran’a karşı Irak’ı destekliyordu. Saddam Hüseyin, savaşta İran’ın petrol bölgelerini ele geçirmeye çalıştıysa da hesabı tutmadı. Dahası, İran’ın güneydeki Irak petrol alanlarına saldı-rıları ve Suriye’nin 1982’de boru hattını kapatması, Irak’ın petrol gelirlerinde âni düşüşe neden oldu. Petrol gelirleri, 1980-1983 döneminde 29 milyardan 7 milyar dolara kadar düştü. Savaşta, her iki ülkenin petrol altyapıları da büyük zarar gördü.Saddam Hüseyin, 1988’de biten uzun ve yıkıcı savaştan sadece iki yıl sonra bu kez Kuveyt’i işgale kalkıştı. Irak’ın bu âni saldırısının çeşitli sebepleri vardı: Mevcut petrol gelirleri, alt yapı ve endüstri yatırımları yerine silahlanmaya harcanmıştı. Öte yandan, Irak’ın bölgedeki petrol üreticisi ülkelerle, özellikle Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri ile problemleri ve ayrıca bu ülkelere İran-Irak savaşı sebebiyle yüklü borcu vardı. Savaş sonrasında ülkenin ekonomik durumu oldukça istikrarsızdı. Had safhada olan para ihtiyacı ise, ancak petrol ile sağlanabilirdi. Bu nedenle -petrol fiyatlarını arttıracağı ümidiyle- 14 milyar dolar borcu bulunan ve çok miktarda petrol üreten Kuveyt’ten petrol üretimini kısmasını istedi. Ancak bu talebi karşılık görmedi. Irak ayrıca, Kuveyt’in, sınır üzerindeki dünyanın en büyük petrol sahalarından biri olan Rumeyle bölgesinde aslında Irak’a ait petrolü çıkararak çaldığını da iddia ediyordu. Sınır anlaşmazlığı ve gerilim giderek bunalıma dönüştü ve sonuçta Irak, 2 Ağustos 1990 günü Kuveyt’i işgal etti.I. Dünya Savaşı sonunda İngilizler, Kuveyt’i yine İngiliz mandası altında olan Irak Krallığı’ndan ayırmak suretiyle çizdikleri sınır ile gelecekteki anlaşmazlıkların temelini de atmış oldular. Nitekim Saddam Hüseyin, 1990’da Kuveyt’i işgal ederken burasının Irak’ın bir parçası olduğunu iddia etmişti. Gerçekten de Kuveyt, 19. yüzyılın ikinci yarısındaki idari taksimat içerisinde Basra’ya bağlı bir kaza idi. Fakat Saddam Hüseyin, bütün buraların o tarihlerde Osmanlı toprakları olduğunu ve Irak diye bir devletin de bulunmadığını her nedense unutmuş gözükmektedir. Saddam Hüseyin, petrol ülkesi Kuveyt’i işgal planları yaptığı sırada, ABD elçisi, böyle bir işgal halinde ABD’nin duruma müdahale etmeyeceği mesajını vermişti. Oysa bu, Irak’ı Kuveyt’e saldırtmak için oynanan bir oyun gibiydi ve Irak diktatörü bu oyuna kolaylıkla gelerek kendisi ve ülkesi açısından felaketle sonuçlanacak bir işgale girişti. Diğer yandan, savaş esnasında Amerikan Başkanı Bush’un Dışişleri Bakanı olan Condelissa Rice da dünyanın en büyük petrol şirketlerinden ABD’li bir şirketin eski yöneticilerinden biriydi. Kuveyt, petrol rezervleri ve üretimiyle dikkat çeken bir ülke olduğundan ABD ve Avrupa’nın buna göz yumması mümkün değildi. Şöyle ki, Kuveyt’i işgal etmesiyle Saddam Hüseyin’in dünya petrol rezervlerinin (o dönemdeki tahminlere göre) yaklaşık % 20’sini kontrol etmesi ve böylece bölge ve dünya politikalarında kilit bir rol kazanması söz konusu olabilecekti. Bu durum, ABD ve Avrupa ekonomilerinin işleyişi açısından da pek çok mahzur doğurabilirdi. Neticede, 1991 yılı Ocak ayında başlayan 1. Körfez Savaşı ile Irak ordusu, 700 petrol kuyusunu ateşe verdiği Kuveyt’ten sökülüp atıldı. Bu gelişme, petrol fiyatlarının düşmesine neden oldu."
Körfez Savaşı Sonrası ve Irak'ın ABD tarafından işgaline dair ise Doç Dr. Davut Hut şunları kaydetti: "Savaş sonrasında, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin uyguladığı yaptırımlar çerçevesinde, Irak’ın petrol ihracatı durduruldu ve sadece 1995’ten itibaren savaş tazminatı ve insani ihtiyaç maddeleri için yılda 4 milyar dolarlık satış yapmasına izin verildi. Savaş öncesi Irak’ın ihracat gelirinin % 95’i petrolden karşılanıyordu. Fakat savaş sebebiyle, 1990’da üretilen 100 milyon varil petrol, 1991’de büyük bir düşüşle 13 milyon varile geriledi. Savaşın getirdiği yıkıma ilaveten Irak’ın petrol ihracatının durdurulması, petrol gelirinin yok olmasına ve ülke ekonomisinin iflasına yol açtı. Siyasi ve askeri sonuçlar da oldukça ağırdı. Irak’ın kuzey ve güneyi uçuşa yasak bölgeler haline getirilerek, ülkenin üçe bölünmesinin ilk adımları atılmış oldu.ABD önderliğindeki koalisyon güçleri, 2003’te Irak’ı işgal ederek Saddam’ı devirdi. Bu savaşta ABD askerlerinin öncelikli görevi, petrol kuyularının korunması idi. Hatta ABD orduları Bağdat’a girdiği zaman, yalnızca Irak Petrol Bakanlığı binasının yağmalanmasına izin verilmemiş ve bakanlık çevresinde adeta etten duvar örülmüştü. Böylece, Irak’ta yıllarca sürecek olan işgal, kaos ve direniş dönemi de başlamış oldu. Irak savaşları, ABD ve Avrupa’nın petrolün bir silah olarak kendilerine karşı kullanılmasına izin vermeyeceklerini bir kez daha göstermişti" dedi.
Hut şöyle devam etti: "2003 savaşı ve Amerikan işgalinden sonra ABD’li, İngiliz, Fransız, Çinli ve Rus menşeili uluslar arası petrol şirketleri, Irak petrolü için kıyasıya bir mücadeleye giriştiler. Bu mücadele sonucunda, 2009 yılında petrol anlaşmaları imzalandı. Böylece, Irak’ın zengin petrollerinin işletilmesi ve pazarlanması işi, büyük petrol şirketlerine verilmiş oldu. Bu şirketler, Ortadoğu petrolünün paylaşımı konusunda daha 1928 yılında aralarında gizli anlaşma yapan bir zamanların ünlü Yedi Kızkardeşi’nden başkası değildi. Bu durum, petrol emperyalizminin hâlâ devam ettiğini göstermektedir."
Son olarak petrol satışı konusunda kuzeydeki bölgesel yönetimle Bağdat arasında yaşanan anlaşmazlıkla ilgili olarak ise Hut şunları kaydetti: " Kuzeydeki bölgesel yönetimle yaşanan krizin, Irak’ın mevcut durumuna ciddi bir darbe daha indirmesi muhtemel gözüküyor. Bu ortamda, kendilerine aktarılması gereken % 17’lik petrol payının verilmediğini ileri süren bölgesel yönetim, merkezi yönetimden bağımsız olarak, başta ABD’li şirketler ve Rus Gazprom olmak üzere uluslar arası petrol şirketleriyle anlaşmalar yapmak suretiyle, bu konuda da bağımsız hareket edeceğini göstermiştir."
Milli Gazete