Neredeyse hemen her gün ya bir dostumuz, arkadaşımız, komşumuz ya da bir akrabamızın “Eyvah! O da kansere yakalanmış” haberi ile sarsılıyoruz. Evet, şu kesin: Kansere yakalananların sayısında maalesef ciddi bir artış var.
Ve üzülerek söyleyeyim bu artış daha da büyüyecek. Toplumsal bir “kanser bilinci” oluşturmamız ve “kanser miyopluğu” sorunundan uzak durmamız şart.
SUÇLU BİZİZ, HAYAT YAKLAŞIMIMIZ YANLIŞ!
Ortak bir iyi alışkanlığımız var: Ölümlü olduğumuzu fark edinceye kadar –mesela ciddi bir hastalığa yakalanana dek- hayatın sınırsız, ömrün çok uzun olduğunu düşünüyor ve her şey hep böyle “güllük gülistanlık” sürüp gidecek sanıyoruz. Bu elbette güzel bir yaklaşım. Ama iki önemli eksiği var. Birincisi böyle düşünerek iyi hayatı sürekli erteliyor, geleceğe yatırım yapmayı, mutluluğu inşa etmeyi ihmal ediyoruz. İkincisi ise halimize razı olarak ve en iyiyi mevcut durumumuz zannederek gelişebilecek tehditlere karşı önlem almayı da unutuyoruz. Ve bu nedenle “iyi hayat” avuçlarımızın arasından kayıp gidiyor. Yaşamın sağlıklı iken farkına varılmayan değerini işte tam da böyle zamanlarda hissetmeye başlıyoruz. Bu duruma ben “iyi hayat miyopluğu” diyorum. Maalesef kanserden korunma meselesinde de böyle bir “miyopluk durumu” var. Yani “kanser miyopluğu” meselesi de mühim bir konu.
ATI ALAN ÜSKÜDAR’I GEÇMEDEN…
“İyi hayat miyopluğu”na örnek verilebilecek “yürekli itiraf”lardan birini ünlü ruh sağlığı uzmanı Dr. Irvin Yalom bir kitabında, Amerikalı bir senatörün kendisine “kansere yakalandıktan sonra” yazdığı mektupla pek güzel özetler. Güçlü senatör doktoruna şunları yazar: “Tersine çevrilemeyeceğine inandığım bir değişim geçirdim. İtibar, siyasi başarı, mali durum gibi meseleler birden bire önemini yitirdi. Kanserli olduğumu idrak ettiğim o ilk saatlerde senatör koltuğumu, banka hesabımı ya da özgür dünyanın akıbetini hiç düşünmedim. Hastalığım teşhis edildiğinden beri eşimle tek bir kavga bile etmedik. Ve sanırım şimdi, ilk kez; hayatın gerçekten tadını çıkarıyorum. Ölümsüz olmadığımın farkına varıyorum.”
KANSERLERİN EN AZ YARISI ÖNLENEBİLİYOR
Kanserlerin çoğu önlenebilir. Yaşam tarzımızda yapacağımız ufak tefek bazı değişiklikler, ruhsal/bedensel alışkanlıklarımızda geliştireceğimiz minik düzeltmeler bile kanserle mücadelede bize ciddi avantajlar sağlayabilir. Mesela mı? Her gün en az beş bin adım atmak… Doğal beslenmenin öneminin farkına erken yaşlarda varabilmek… Uyku meselesine azıcık daha dikkat etmek… Ruhsal sağlığa önem verip depresyon ve kaygı durumlarının önüne geçebilmek… Sağlıklı kilo aralığında kalmaya çalışmak… Doğadaki anti kanser güçlerden daha bol istifade edebilmek… Kanser çöplüğü ortamlardan uzak kalabilmek… Listeyi uzatabiliriz ama bunlar bile bize fazlasıyla yetecektir.
‘KANSER TEHDİDİ’ BİR TAHMİN Mİ, SAHİCİ Mİ?
Uzman demeçlerinin hangileri bilimsel kanıtlara bağlı, hangileri tahmin ya da kızgınlık/küskünlük eseri pek emin değilim. Bildiğim şu: Konu kanser olduğunda o meşhur kamyon reklamında olduğu gibi “ağzı olan konuşuyor” gibi bir durum var. Herkes önüne gelen her şeyi “kanserojen” ilan etme peşinde olabiliyor. Çünkü konu fazlaca ilgi çekiyor. Ama bu kanserojen yaftası yapıştırılan şeylerin çoğunun kanıtlanmış birer kanserojen olup olmadıkları henüz net değil. Kısacası uzmanların bilgilendirirken azıcık daha özenli davranması şart. Zira uzmanların demeçleri ve mesnetsiz öngörüleri de ruhumuzda en az kanserojenler kadar toksik etkiler oluşturabiliyor. Bu kesin.
KANSER ÇÖPLÜĞÜNE DÖNDÜK
Dünyamızın bir kanser çöplüğü haline geldiği kesin. Her gün yeni bir kanserojenle tanıştığımızdan da hiç şüphem yok. Daha güne başlarken minimum yüz civarında kanserojen maddeye “günaydın!” diyoruz. Nasıl mı? Mesela duş jelleri. İçleri tıka basa kimyasal dolu. Mesela şampuanlar. Onların da her biri birer kimyasal çöplük. Mesela deodorantlar. Onların da ilk ikiliden ciddi bir farkları yok. Vücut kremlerini, tıraş sabunlarını, parfümleri, losyonları da daha güne başlarken bedenimizle buluşturmuyor muyuz? Ve bunların da her biri ağzına kadar kimyasalla dolu değil mi?
Kısacası toksik bir dünyada yaşıyoruz. Bizi koruyabilecek ekosistemlerin tamamını felç etmiş durumdayız. Bütün bunlar doğru ama resmin bir de arka yüzü var. İyi ve güzel şeyler de var. Her gün bir yenisini işittiğimiz “Aha (!) bunda da kanser varmış!” feryatlarını duyunca en az sizin kadar benim de kafam karışıyor.
BİR İNTERNET TARAMASI YAPIN DEPRESYONA GİRERSİNİZ
Konu kanser tehdidi olunca fazla çaba göstermenize gerek yok! Basit bir deney yeter! “Nelerde kanser var?” sorusunun yanıtı için Google amcaya şöyle bir bakmanız yeterli. Tabelaya “kanser tehdidi” yazıp arama motoruna bindiğinizde karşınıza bakın hangi haberler çıkıyor…
ANTİ KANSER YİYECEKLER HANGİLERİ?
Madem ki kanserojenlerin cirit attığı bir dünyada yaşıyoruz ve pes etmek de istemiyoruz hemen bir “yapmamız gerekenler” listesi oluşturalım. Bu listenin en başına da “anti kanser yiyecekler”den faydalanma başlığını atalım. Örneğin yaban mersini, böğürtlen grubu, çilek ve saz arkadaşlarını unutmayalım. Turunçgilleri ihmal etmeyelim. Elajik asit ve omega-5 deposu nara, glukarik asit zengini kiraza bize yardımcı olması için fırsat verelim. Apigenin zengini maydanozu, kuvarsetin ve prebiyotik zengini soğanı, sarımsağı, kateşin zengini yeşil/siyah çayı, sülforafan ve indol-3 zengini turp, lahana, karnabaharı da şeref listesine koyalım. Listede mutlaka şifalı otlar (mercanköşk, fesleğen, biberiye, kekik, nane, roka) da olsun. Bu otların çoğu şifalı terpen familyasının üyeleridir ve hepsi de tıka basa terpen içerir. Listeye zerdeçal eklemezseniz eksik kalır. Bunları doğal halleriyle tüketmeye çalışın. Çoğu hiçbir işe yaramayan ot-çöp haplarına kulak asmayın.
PEKİ NE YAPALIM?
Evet, şu kesin: Amansız bir kanser bombardımanı ile karşı karşıyayız. Ama bilin ki o bombardıman hiçbir zaman bitmeyecek. Üzülerek söylüyorum daha da şiddetlenecek. Peki, ne yapmalıyız? Bu duruma boyun mu eğmeliyiz? Hayır, çünkü şu bilgi de kesin: Kanserlerin çoğu önlenebilir şeyler. Her şeyden önce genetik kanser mirası öyle çok büyütülecek bir konu değil. Uzmanlar genetik faktörlerin en fazla %15 civarında etkili olduklarını söylüyor. Ayrıca etrafımızda tonla “anti kanser güç” var. Onlardan faydalanmamız lazım. Bitmedi. Bedenimizin aslanlar gibi bir koruma ordusu var: Bağışıklık sistemi. Sadece sigara içmekten uzak durarak, alkolün zararlarını dikkate alarak, hayatımıza hareket katıp beslenmemizi iyileştirerek, uykumuza, stres dengemize, duygu durumumuza özen göstererek bu belayı en az yarı yarıya önleyebiliriz.
Prof. Dr. Osman Müftüoğlu / Hürriyet