Avrupa Birliği (AB) ülkeleri, hükümet krizleri, aşırı sağın yükselmesi, yabancı karşıtlığı, sığınmacılar, işsizlik, ekonomik krizler gibi sorunlarla mücadele ederken, ayrılıkçı hareketler, Brexit ve güçlenen AB karşıtlığı ciddi istikrarsızlık sorunları olarak öne çıkıyor.
Avrupa, bir yandan küresel sorunlara odaklanırken bir yandan da iç ahengi yakalama gayreti içinde. Ancak ülkelerin kendi içlerinde yaşadıkları sorunlar, küresel meselelerden daha fazla gündemi meşgul ediyor.
Ülkeler ve yaşadıkları sorunlar şu şekilde öne çıkıyor.
Brexit vurgunu İngiltere
AB'den ayrılma sürecinde olan Birleşik Krallık'ta başlıca sorun, bu kararın siyasi, sosyal ve ekonomik etkileri çerçevesinde şekilleniyor. Yüzde 52'ye 48 gibi dar bir marjla alınan Brexit kararı, ülke kamuoyunun ve seçkinlerinin yaşadığı ve halen mevcut bölünmüşlüğü gösteriyor.
Ülkeyi zora sokan diğer bir unsur da ayrılıkçı hareketler olarak ön plana çıkıyor. İskoçya ve Kuzey İrlanda'daki bu hareketlerin, Brexit'le beraber yeni bir ivme kazanacağı öngörülüyor.
Aşırı sağa kayan Almanya
Almanya'da 24 Eylül’de yapılan genel seçimlerde ortaya çıkan tablo, hem ülke hem de AB için ciddi bir sorun teşkil ediyor. Seçimde yüzde 12,6 oranında oy alan Almanya için Alternatif (AfD) partisinin üçüncü parti olması ve bir önceki seçimlere göre oy oranını neredeyse ikiye katlaması alarma yol açtı. Böylelikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya'da ilk kez ırkçı bir parti meclise girmiş oldu.
Almanya Başbakanı Angela Merkel’in lideri olduğu Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisi ve hükümet ortağı Sosyal Demokrat Partinin (SPD) oy kaybetmesi, koalisyonu da zora soktu. SPD, hükümette yer almayacağını açıklarken, koalisyonun bu kez daha zorlu kurulacağı değerlendiriliyor.
Almanya, ekonomisi, sahip olduğu güçlü sanayi ve ileri teknolojiyle Avrupa'nın lokomotif ülkesi olma rolünü sürdürüyor. Ancak ülkede özellikle işgücündeki ciddi demografik sorunlar endişelere yol açıyor. Yaşlı nüfusun artışı, düşük genç nüfus oranı, doğum oranındaki azalma gibi nedenler bu endişelerde başı çekiyor. Almanya'da 2040 yılında toplumun yüzde 30'unun 65 yaş üzerinde olacağı tahmin ediliyor. Almanya’da bazı araştırmalar da bu nedenle ülkenin göçe ve genç nüfusa ihtiyaç duyduğunu gösteriyor.
Aşırı sağcı ve ırkçı söylemlerin artması ülkede yaşayan Müslümanlarda ve göçmen kökenlilerde endişeye sebep oluyor.
Fransa'da Macron'a destek kısa sürede azaldı
Partisi olmadan, bir yıllık bir siyasi oluşumla girdiği seçimi kazanan bir cumhurbaşkanıyla yönetilen Fransa'da, en önemli sorun, büyük beklentilerle seçilen Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un reform vaatlerini yerine getirmeye çalışmasıyla ortaya çıkıyor. Parlamentoda yeterli desteği olmayan Macron'un, kararnameler yoluyla reformları hayata geçirmeye çalışması, ülke genelinde protesto ve grevlere yol açıyor. Olayların büyümesi durumunda, şiddete varan gösterilerin yaşanmasından endişe ediliyor.
Ülkenin karşı karşıya olduğu diğer bir sorun da saldırılar. Farklı zamanlarda yaşanan saldırıların ardından Kasım 2015'te yürürlüğe giren OHAL, altıncı kez uzatıldı.
Sığınmacı meselesi de çözüm bekleyen diğer bir sorun. Başka ülkelerden Fransa'ya gelen sığınmacıların içinde bulunduğu kötü koşullar, uzun bir süredir sivil toplum örgütleri ve insan hakları savunucuları tarafından eleştiriliyor. Fransa'da sığınmacıların kamplarda karşı karşıya olduğu olumsuz koşullar, uğradıkları kötü muamele, sistematik hale gelen polis şiddeti ve yetkililerin yardımlara yasak getirmesi dikkat çekiyor.
Sorunların devam etmesi durumunda, Marine Le Pen liderliğindeki aşırı sağcıların daha da büyüyeceği, bunun da uzun vadede diğer ülkelerdeki AB karşıtı hareketleri cesaretlendireceği değerlendiriliyor.
Avrupa'nın "hasta adamı" İspanya
İspanya, ekonomik kriz ve işsizlik sorunlarının yanı sıra son dönemlerde özellikle Katalonya'daki ayrılıkçı girişimlerden dolayı Avrupa'nın "hasta adamı" olarak gösteriliyor.
Özellikle 2010-2012 yılları arasında yaşanan büyük ekonomik kriz ve buna bağlı olarak Aralık 2015 ve hemen ardından Haziran 2016'da yapılan genel seçimlerle siyasi yapısı değişen İspanya, Kasım 2016'dan bu yana sağ görüşlü Halk Partisinin (PP) kurduğu azınlık hükümeti ile yönetiliyor.
2010 yılından bu yana bağımsızlık taleplerini attıran ve yasa dışı ilan edilmesine rağmen tüm baskılara rağmen 1 Ekim bağımsızlık referandumunda %90 evet oyuyla bağımsızlıkta ısrarlı olan Katalonya mevcut durumda İspanya'nın düzelmeye başlayan ekonomisini ve istikrarını tehdit eden en büyük sorun olarak öne çıkıyor.
Siyasi istikrarsızlıkla boğuşan İtalya
İtalya'da siyasi istikrarsızlık temel sorun olarak öne çıkıyor. Beşinci yılına giren yasama döneminde merkez sol liderliğinde 3 ayrı koalisyon hükümetinin işbaşı yaptığı İtalya'da, ekonomik sorunlar ve göç dalgalarının buna neden olduğu düşünülüyor.
Mayıs 2018'de yapılacak genel seçimlere böyle bir ortamda gidecek olan ülkede, sağ partilere yönelik oy eğilimleri yükselişe geçmiş durumda. Seçimde, AB, NATO ve serbest ticaret karşıtı Beş Yıldız Hareketinin iktidara gelmesi durumunda Brüksel'le ilişkilerin gerilmesi bekleniyor.
Sağ partiler, merkez solun öncülük ettiği koalisyon iktidarını, uzun süre İtalya'da yasal şekilde bulunan göçmenlerin çocuklarına vatandaşlık verilmesi gibi konuları gündeme getirmesinden ve göçmenlere yönelik politikalarından ötürü eleştiriyor.
Yabancı düşmanı Avusturya
Avusturya'da da aşırı sağın yükselmesinin en önemli sorun olduğu değerlendiriliyor. Geçen sene aralık ayında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimini aşırı sağcı Norbert Hofer'in az bir farkla kaybetmesi, ülkedeki siyasi tabloyu gösteriyor.
15 Ekim’de genel seçime gidecek Avusturya'da, yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve popülist söylemlerin daha yoğun kullanılmasına neden oluyor. Ayrıca aşırı sağ söylemin merkez sağdaki Avusturya Halk Partisi (ÖVP) tarafından da siyasetin odağına taşınması, vergi, işsizlik, eğitim, sağlık ve yaşlıların bakımı gibi hemen hemen her seçimin öncelikli konularının daha geri plana atılmasına yol açıyor.
8,7 milyonluk nüfusa sahip Avusturya'da yaklaşık 6,3 milyon seçmen bulunuyor, ülkede nüfusun büyük bir çoğunluğunu oluşturan daha muhafazakar yaşlılar, seçimlerde belirleyici rol oynuyor.
Siyasi partiler seçim program ve söylemlerini oluştururken bu kitleyi göz önünde bulundurarak hareket ediyor. Bu da ülkede aşırı sağ ve popülist partiler tarafından "yabancılar ülkemizi elimizden alacak" propagandasının daha çok karşılık bulmasına neden oluyor.
Koalisyon hükümetleri nedeniyle siyasi istikrarsızlıkla boğuşan ülkede, 15 Ekim seçimlerinden sonra da hiçbir partinin tek başına hükümet kuracak oy oranına sahip olması beklenmiyor. Merkez ve aşırı sağ partilerin oluşturması beklenen koalisyonun olası politikaları, şimdiden başta Müslümanlar olmak üzere ülkedeki azınlıkları tedirgin ediyor.
"Batık devlet" Belçika
Belçika, federal yapısı, resmi dilleri, siyasi partileri, sosyal bölünmüşlük, reform yapma kabiliyetini yitirmesi ve Avrupa'nın terör üssü olması nedeniyle sık sık "batık devlet" olarak gösteriliyor.
Belçika, Fransızca konuşulan Valonya, Flamanca konuşulan Flamanya, her iki dilin konuşulduğu Brüksel ile Almanca konuşulan doğudaki küçük bir bölgeden oluşuyor. Bu bölgeler arasındaki iş birliği eksikliği hatta rekabet ciddi sorunlara yol açarken, halklar da birbirine karşı mesafeli duruyor.
Koalisyonlarla yönetilen ülkede, hükümet kurmak çok kolay olmuyor. Haziran 2010'da yapılan genel seçimlerin ardından Flaman ve Valon partilerin anlaşamaması yüzünden ancak 541 gün sonra hükümetin kurulabildiği Belçika, bu alandaki dünya rekorunu hala elinde bulunduruyor.
Fransızca, Flamanca ve Almancanın resmi dil olarak kullanılması zaman zaman aynı konuda farklı paralel çalışma grupları kurulmasına neden olurken, güvenlik iş birliğini de zora sokuyor.
Hükümet kuramayan Hollanda
Hollanda'daki en önemli sorun ise siyasi istikrarsızlık. 15 Mart 2017 tarihinde yapılan genel seçimlerin üzerinden 201 gün geçmesine rağmen hükümet kurulamaması, belirsizliğe neden oluyor. En az dört parti ile kurulacağı düşünülen koalisyonun ise ne kadar etkili olacağı soru işaretlerine yol açıyor.
Seçimde aşırı sağcı Geert Wilders'in liderliğindeki Özgürlük Partisi'nin (PVV) ikinci parti olması, ülkedeki tüm siyasi söylem ile halkın tutumunu etkiliyor. Aşırı sağın yükselmesi ile diğer partilerin söylem ve eylemleriyle aşırı sağ politikaya yönelmeleri, ülkeye yayılan bir İslam karşıtlığına neden oluyor.
AB Temel Haklar Ajansının (FRA) anketine göre, Müslümanların yüzde 30 oranıyla dinleri nedeniyle en çok ayrımcılığa maruz kaldığı ülke Hollanda olarak ön plana çıkıyor.
Ekonomik kriz kıskancındaki Yunanistan
Yunanistan'da yaklaşık 8 yıldır devam eden ekonomik durgunluk ve ekonomik kriz, ülkedeki en önemli sorun olarak öne çıkıyor. Ülkenin makroekonomik göstergeleri toparlanma emareleri gösterse de yıllardır uygulanan kemer sıkma politikaları, gelir seviyesi oldukça düşen Yunan halkını olumsuz etkiliyor.
İki yıl önce şu anki hükümet yönetiminde Avro Bölgesi'nden çıkma arifesine gelen ülke, kurtarma paketi programlarından çıkamayan tek AB üyesi ülke konumunda. Üçüncü kurtarma paketi programındaki son dönemeçte, kreditörler ile Yunan hükümeti arasında yeniden sancılı bir müzakere sürecine giriliyor.
Kriz döneminde, ülkede işsizlik yüzde 28'lere ulaşırken, bu durumdan en kötü etkilenenler yüzde 60'lara varan oranla 15-24 yaş arası gençler oldu. İstihdamda özellikle yarı-zamanlı iş olanaklarıyla son yıllarda olumlu bir eğilim yaşansa da ülke halen Avro Bölgesi'ndeki en yüksek işsizlik oranına sahip.
Ayrıca Yunan halkı yaşlanmaya devam ediyor. Ülke nüfusunun 2050 yılına gelindiğinde yüzde 30'undan fazlasının 65 yaş üzerinde olması beklentisinin yanı sıra işsizlik ve kriz nedeniyle yaşanan beyin göçü, demografik açıdan Yunanistan'ı dezavantajlı bir durumda bırakıyor.
Pek çok alanda arttırılan vergiler, özellikle dar gelirli vatandaşların omuzlarındaki yükü arttırırken, karlılığı düşürmesiyle ülkeye gelen yatırımlar için de engel teşkil ediyor.
Yunanistan'ın göçmen krizinde ise Avrupa'ya açılan kapılardan biri. 2015 yılında zirveye çıkan krizde, ülke üzerinden geçen sığınmacıların sayısı bir milyonu aşmıştı. Sınırların kapatılmasının ardından ülkede mahsur kalan yaklaşık 60 bin sığınmacı ise hükümeti zorluyor.
AA