İlim, fikir ve gönül önderi Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi’nin Kadir gecesi ve itikâf ibadetiyle ilgili sohbetini istifadenize sunuyoruz:
Bu konuşmamda size Kadir gecesi hakkında bilgiler sunmak istiyorum. Biliyorsunuz Kadir gecesi Kur'ân-ı Kerîm'de Sûretü'l-Kadr'de geçiyor. Ezbere bildiğiniz bir sûre.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
İnnâ enzelnâhü fî leyleti'l-kadri ve mâ edrâke mâ leyletü'l-kadr. Leyletü'l-kadri hayrün min elfi şehr. Tenezzelü'l-melâiketü ve'r-rûhu fîha bi-izni rabbihim min külli emr. Selâmün hiye hattâ matlai'l-fecr.
Sadaka'llahu'l-azîm.
Bu sûre içinde Kadir gecesi geçiyor ve bildiriliyor ki;
Leyletü'l-kadri hayrun min elfi şehr. "Kadir gecesi bin aydan daha hayırlı."
Bir Kadir gecesi, tek bir gece, Kadir gecesi olmayan bin tane ay.
Bin tane ay acaba ne kadar yıl eder?
On ikiye bölersek seksen küsur eder. Bir insanın seksen yıl yaşadığını düşünsek bir ömre bedel olan bir gece.
Peki bu Kadir gecesi hangi gece? Ramazan'ın hangi gecesi?
Bu hususta çeşitli rivayetler var. Fakat ben bir tanesini size şimdi okumak istiyorum:
İbn Abbas ve Übey b. Ka'b radıyallahu anhümâ'dan rivayet edilmiş. -Abbas da sahabe olduğuna göre radyallahu anhüm, Allah hepsinden razı olsun.-
Abbas hazretleri, Peygamber Efendimiz'in amcası. Oğlu Abdullah da genç alim sahabi. Übey b. Ka'b da sahabi. Allah hepsinden razı olsun, cennette bizi onlarla buluştursun. Bu "Ne zamandır?" sorusuna bunlar demişler ki;
Ennehâ leyletü's-sâbii ve'l-işrîne. "Ramazan'ın yirmi yedinci gecesidir." demişler.
Alimlerin çeşitli rivayetleri var; onları birazdan söyleyeceğim. Ama bunu ilk önce okuyarak başlamak istiyorum.
"Yirmi yedinci gecesidir." buyurmuş.
Ve'd-delîlü alâ enne akîdeha leyletü's-sâbii ve'l-işrîn. "Çeşitli rivayetler içinde yirmi yedinci gecesinin, yirmi altıncı gününü yirmi yedinci gününe bağlayan gecenin Kadir gecesi olduğuna delil" diyor.
Nedir?
Mâ reve'bnü Hanbelin rahmetu'llahi bi-isnâdihî ani'bni Ömer radıyallahu anhümâ.
Mezhep imamlarından birisi de –biliyorsunuz- Ahmed b. Hanbel rahmetullah aleyh'tir. Ahmed b. Hanbel hem Hanbelî mezhebinin mezhep kurucusudur, sahibidir hem de çok büyük bir hadis alimidir.
Müsned-i Ahmedi'bni Hanbel hadis koleksiyonları, külliyatları içinde en hacimli olanlarından birisidir. Sahabeden, ashab-ı kirâmdan rivayet edilmiş olan hadîs-i şerîfleri, onların ismiyle Müsned kitabına almıştır. Otuz bin küsur hadîs-i şerîf, çok büyük bir koleksiyon, çok kıymetli bir eser. Hadise de vukûfu çok yüksek olan bir büyüğümüz, Allah hepsinin şefaatlarına erdirsin.
Biz İmam-ı Âzam Efendimiz'e bağlıyız, bazıları İmam-ı Şafiî Efendimiz'e bağlı, bazıları İmam-ı Mâlik Efendimiz'e bağlı, bazıları da bu Ahmed b. Hanbel Efendimiz'e bağlı. "Dört Ehl-i Sünnet mezhebi" diyoruz.
O kitabında rivayet etmiş.
Râvi kim?
Râvi de Hz. Ömer'in oğlu; Abdullah b. Ömer. Bu da sahabe-i kirâmın en alim olanlarından birisi, en meşhur dört Abdullah'dan birisi, abâdile-i erbaa'dan. Ahmed b. Hanbel oradan rivayet etmiş.
Şöyle buyurmuş:
Kâle kânû lâ yezâlûne yağussûne ani'n-nebiyyi sallallahu aleyhi ve sellem men ru'yâ mine'l-aşri'l-evâhir.
Sahabe-i kirâm Ramazan'ın son on gününde Peygamber Efendimiz'e, gördükleri rüyaları söylüyorlardı.
Fe-kâle'n-nebiyyü sallallahu aleyhi ve sellem. "Bunun üzerine Peygamber Efendimiz buyurdu ki:" Erâ ru'yâküm kad tevataet, ennehâ leyletü's-sâbiati mine'l-aşri'l-evâhir. "Ben sizin bu rüyalarınızdan gördüm ki hepinizin rüyasında verilen işaretten anlaşılıyor ki bu –Kadir gecesi- Ramazan'ın son on gününün yirmi yedinci gecesidir." Men kâne müteharriyen. "Artık kim Kadir gecesini arayıp bulup da orada ibadet edip o sevapları kazanmak istiyorsa, bunun peşine düşmüş aramakta ise..." Fe'l-yeteharraa. "Bu Kadir gecesini arasın." Leylete's-sâbia mine'l-aşri'l-evâhir. "Ramazan'ın sonundaki on gün içinde yirmi yedisinde arasın."
Demek ki sahabe-i kirâm rüyalarında hep "Kadir gecesi yirmi yedisidir." diye görünce Efendimiz de -o rüyaların işareti tabi, o mübarek insanların rüyaları da güzel rüyalar, salih rüyalar üzerine- böyle buyurmuş. Kadir gecesi yirmi yedisindedir. Yirmi altıyı yirmi yediye bağlayan gece, ona; "yirmi yedinci gece" diyoruz. "O zamandır." diye, onun için biz Kadir gecesi kandilini yirmi yedisinde kutluyoruz.
Hz. Âişe radıyallahu anhâ validemiz başka kanaatte ve daha başka sahabe başka kanaatte... Bunların farklı rivayetleri üzerine alimler;
"Evet, onların rivayetleri de yanlış değildir. Bazı seneler Kadir gecesi o günlerde olmuştur, alametleri öyledir. Onun için öyle demişlerdir. Kadir gecesi bazen seneden seneye de değişir, o geceden o geceye kaymış olabilir." diye rivayet ediyorlar.
Tabi bütün bu rivayetlerin karşısında biz de heyecan duyuyoruz; "Kadir gecesine rastlasak, Kadir gecesinden biz de feyzimizi, nasibimizi, kısmetimizi alsak, kazansak; böyle bir ömre bedel, bin aydan hayırlı olan bir gecede Allah'a ibadetle taatle zamanımızı geçirsek de Allah'ın lütfuna ersek." diye, nice nice müslümanlar bu işin peşinde.
Peygamber Efendimiz'in ashâbı da heyecanla onu aramışlar, konuşmuşlar, kitaplara yazılmış. Peygamber Efendimiz de hadîs-i şerîflerinde bunu bildirmiş. Tabi Peygamber Efendimiz biliyordu. Allahu Teâlâ hazretleri, yalnız insanlar bu Kadir gecesini kesin olarak; "'Tamam, ben bildim, ihya ettim, seksen küsur yıllık, bin aylık bir geceyi değerlendirdim.' diye güvenmesinler, gevşemesinler.' diye, saklamıştır." diye alimler ifade ediyorlar.
Fakat tabi netice itibariyle hangi rivayet olursa olsun Kadir gecesinin mutlaka kazanılması arzusu olduğuna göre, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kendisi bizzat kendi öz tatbikatında, kendi hayatında Ramazan'ın son on gününde, Kadir gecesine isabet etmek için, son on gecesinde özel olarak ibadetlerini arttırırdı.
Hatta evinden, ailesinden, hanımlarından uzak olmuş olmak için tam ibadete kendini vermek için mescide gelir, mescitte yatıp kalkmaya başlardı. Biliyorsunuz buna itikâf deniliyor.
Kur'ân-ı Kerîm'de "itikâf" var. Kur'ân-ı Kerîm'de "itikâf" kelimesi geçiyor ve eski ümmetlerde de îtikâfın olduğuna işaret var. İbrahim aleyhisselam'a indirilen âyet-i kerîmelerde bunu anlıyoruz;
"Mescid-i Haram'a itikâf için gelenler" diye geçiyor.
O bakımdan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz de hicretten iki yıl sonradan itibaren ömrünün sonuna kadar her Ramazan'ın son on gününde itikâf eylemiştir. Evinden mescide nakl-i mekân edip orada yatıp kalkarak, ibadetle zamanını değerlendirerek bu güzel geceleri, özellikle Kadir gecesini ihya etmiş olmayı kendisi böyle uygulamıştır.
Ramazan'ın son on gününde itikâfa girmek, çok kuvvetli bir sünnettir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz hep yaptığı için Peygamber Efendimiz'in hanımları da yaptıkları için.
Bir keresinde Peygamber Efendimiz Mescid-i Saadet'e geldi, baktı; mescidin içinde çadırlar çevrilmiş, bezle bölmeler var:
"Bunlar nedir?" dedi.
Peygamber Efendimiz'in hanımları yaptırmışlar.
"Biz de perdeyle çevrili çadırda ibadet edelim." diye yapmışlar.
Efendimiz o sene itikâfı Şevval ayında yaptı. "Onlar artık oraya çadırları kurmuşlar; hadi yapsınlar; ben de sonra yapayım" dedi, Şevval ayında itikâf yaptı ama hiçbir sene itikâfı terk etmedi.
İlmihal kitaplarında itikâfın detayı vardır. Mehmed Zihni Efendi Ni'metü'l-İslâm kitabında çok güzel bilgiler veriyor. Ömer Nasuhi Hoca rahmetullahi aleyh, Büyük İslâm İlmihali'nde bilgiler veriyor. Diğer ilmihal kitaplarından da bu hususta bilgi alabilirsiniz.
Bir beldede hiç kimse itikâf etmese; bir şehirde, bir kasabada, bir köyde hiç kimse itikâf etmese; bütün belde ahalisi mesul olur.
Neden?
"Resûlullah'ın muntazaman yaptığı bir ibadeti bunlar yapmadı." diye sorgu suale, sorumluluğa düşer, mesul olur.
Ama birkaç tanesinin durumu müsait olup; "Ben yapabilirim." deyip itikâfa girdi mi; "Bak bu beldeden birkaç kişi çıktı, itikâf yapıyor." diye, ötekilerden de bu sorumluluğu kaldırmaya vesile olmuş olur. Allah onlardan bu sorumluluğu kaldırmış oluyor.
Onun için bu itikâf ibadetine, sünnet-i kifâye derler; bazılarının bu vazifeyi yapmasıyla ötekilerini de kurtarması, ötekilerinin de sorumluluktan kurtulması olduğu için sünnet-i kifâye deniliyor.
"Bu itikâfı durumu müsait olan kardeşlerimiz yapsın." diye ben Ramazan'ın başındaki konuşmalarda da;
"Bak, dairelerden, amirlerinizden izin alacaksanız alın. Müftülüklerden izin alacaksanız alın. Hazırlıklarınızı yapın, niyetinizi şimdiden yapın." demiştim.
Tabi bu itikâfı yapan insan otomatik olarak Kadir gecesi hangi geceyse o geceyi değerlendirmiş oluyor. O saklı gece büyük bir ihtimalle yirmi altısını yirmi yedisine bağlayan gecedir ama itikâf yapmak suretiyle o geceyi değerlendirmiş olur.
Allahu Teâlâ hazretleri cümlemizi Kadir gecesine isabet edenlerden, onu değerlendirenlerden eylesin.
İtikâfa niyet eden bir insan mescide girecek. Girdiği zaman ne ile meşgul olacak?
Alimlerimiz, büyüklerimiz diyorlar ki;
"Allahu Teâlâ hazretlerine kendisini sevdirecek, Allah'a yakınlaştıracak her şeyi yapmaya gayret eder."
Nedir onlar?
Kırâatü'l-Kur'ân. "Kur'an okur."
Tabi Kur'ân-ı Kerîm okuduğu zaman Allah'ın emirleri orada. Ne kadar güzel âyetler var. İnsan okuduğu zaman tüyleri ürperiyor, mânasını anlayanların gözlerinden yaşlar boşanıyor.
Ama insan Kur'an'ı anlamadan da -Arap değil, Arapça bilmiyor, Kur'ân-ı Kerîm'i anlamadan okuyor.- okusa sevap alır. Hatta Kur'ân-ı Kerîm'in yüzüne baksa bile sadece sayfalarını seyretmekten dolayı sevap alır.
"Elif lâm mîm diye başlasa her harfi için sevap alır." diye müjdeler vardır.
Kur'ân-ı Kerîm çok önemli bir kitap, Kur'ân-ı Kerîm'e bakmak bile sevap. Tabi okumak daha sevap, anlayarak okumak daha sevap, duygulanmak daha sevap, ahkâmını uygulamak, hayatında Kur'ân-ı Kerîm'in ahkâmına, emirlerini uygulamak, yasaklarından kaçınmak suretiyle ahkâmına ittiba etmek; en önemlisi o.
Bir insan öyle yaptığı zaman -Kur'ân-ı Kerîm'i okuyup da içindeki emirleri aynen yerine getirir, yasaklarından güzelce kaçınırsa- Kur'ân-ı Kerîm'in kendisine şefaat edeceği, şefaatçi olacağı da hadîs-i şerîflerde bildirilmiş.
Onun için tedebbür ve tefekkür ile Kur'ân-ı Kerîm'i okumak lazım.
Tedebbür ne demek?
"Kelimelerinin arkasında yatan derin mânaları araştırmak."
Tefekkür ne demek?
"Onlar üzerinde derin derin düşünmek."
Biliyorsunuz ibadetlerin en sevaplısı "tefekkür" ibadetidir. Tabi namazın içinde de "tefekkür" olacak. Namaza durduğu zaman insan kimin huzurunda durduğunu düşünecek.
Eûzü besmele'yi çekerken ne maksatla çektiğini, Sübhâneke'yi okurken niçin okuduğunu, mânasını bilerek okuyacak.
Allah'ın divanında el bağladığı zaman niçin el bağladığını, rükû ve secdeyi niçin yaptığını düşünecek.
Namazda da tefekkür var, hacda da çok tefekkür var, ibretler var. Oruçta da var. Her ibadette tefekkür olur.
Ama tefekkür çok kıymetli bir ibadettir. Hani insan balkonda sandalyede otursa deniz kenarında otursa sırf düşünmekten dolayı o da ibadettir, sevap kazanır.
Tabi güzel şeyleri düşünmek, Allah'ın sevdiği şeyleri; Allah'ın kudretini, azametini, hikmetlerini, ibretlerini düşünmek, âhireti düşünmek, iyi kulluk yapmayı düşünmek, mazisini düşünüp hatalarını araştırıp onları yapmamaya niyet etmek, istikbalini düşünüp "İstikbalde güzel şeyleri yapayım." diye düşünmek. Böyle tefekkürler sevap.
Kur'ân-ı Kerîm'i okuyacak, tefekkür ve tedebbür ile mânasını düşüne düşüne… Efendimiz öyle okurdu; ârifler, kâmil insanlar Kur'ân-ı Kerîm'i öyle okurlardı:
Azap ayetleri okunduğu zaman azabından Allah'a sığınırlardı:
"Aman yâ Rabbi! Beni azabına uğratma. Bak bu kavim azaba uğramış; beni o duruma düşürme." diye.
Sevap ayetleri, cennet ayetleri gelince; "Yâ Rabbi! Ben o sevaptan istiyorum; bana da ihsan eyle, beni de cennetine dâhil eyle." diye dua ederlerdi.
Âyete göre duygularını ifade ederlerdi. İçten okurlardı, tam derinlemesine, kendilerini vererek… İtikâf etmiş bir insan Kur'an okur, hatim indirir, ezber yapar; bunların hepsi sevap.
Sonra?
Ve't-tesbîhü ve't-tehlîl. "Tesbih ve tehlil etmek." "Şanın ne kadar yücedir, her şeyin ne kadar güzeldir, her türlü noksandan münezzehsin, her türlü kemâlâtın hâlikısın ve sahibisin, her türlü güzelliği yaratan sensin, her türlü güzellik senin!" demek.
Sübhânallah'ın mânası çok güzeldir. Öyle tesbihle meşgul olmak.
Tehlîl de lâ ilâhe illallah demektir; "Yâ Rabbi! Ancak sen varsın, senin şerikin, nazîrin yok; putlar yanlış, bâtıl inançlar çok zavallı şeyler, senin varlığını, birliğini ben anlıyorum." demek, bunu söylemek.
Tekbir; Allahu ekber demek.
Tahmîd; elhamdülillah demek.
Bunların hepsi güzel şeyler...
İnsan ya Kur'an okur, -elinde tesbih var veya yok- ya da işte böyle güzel sözleri ve kelimeleri tekrar eder ki biz bunlara "zikretmek" diyoruz. İnsanın güzel kelimeleri tekrar tekrar söylemesine "zikir" deniliyor.
Tekrar tekrar söyledikçe tesiri derinleşir ve nihayet insanın içine dışına o mânalar hâkim olur. İnsan o söylediği sözlerin etkisiyle iyi insan hâline gelir, sevaplar kazanır, mübarek bir insan olur, evliyâ olur.
Onun için itikâfa girdiği zaman zikirle vaktini geçirebilir,.
Sonra?
Yectenibü mâlâyânîhi. "Faydasız şeylerden kaçınacak."
Bir insan îtikâfa niyet etti:
"Yâ Rabbi! Ben senin rızanı kazanmak için, Efendimiz'in sünnetine uygun olduğu için, 'Efendimiz'in sünnetini yerine getireyim.' diye, 'Peygamber Efendimiz'in sünnetini uygulayayım.' diye itikâfa niyet ettim." dedikten sonra itikâfta mâlâyâni, kendisine fayda vermeyecek boş, anlamsız, lüzumsuz, dinî bakımdan değersiz şeylerle zamanını geçirirse, harcarsa, heba ederse, sözünde durmamış olur.
"Sen buraya ne diye geldin? Ne söz vererek içeri girdin, ne yapıyorsun?" diye sorarlar insana.
Onun için mâlâyâniden kaçınacak.
Mine'l-kavli ve'l-fi'li ve'l-amel.
Mâlâyâni sözle olur, boş sözlerle vakit geçirmekle olur. Öteki arkadaşı da itikâfa girmiş, bu da itikâfa girmiş. Oh, yan yana, birbirlerini buldular, sohbet ediyorlar. Olmaz! Burası kahvehane değil. Sen burada birileriyle sohbet etmek için bulunmuyorsun, Allah'a ibadet etmek için bulunuyorsun.
Onun için sözün boşuyla uğraşmayacak; Kur'an'la, zikirle meşgul olacak. İşin boşuyla, lüzumsuz şeylerle uğraşmayacak.
"Sen burada ibadet etmek için geldin; boş, lüzumsuz işlerle uğraşıyorsun." derler.
Ve yelzemü's-samt. "Sükut edecek."
İnsan itikâfta iken camiden dışarı çıktı mı itikâfı bozulur. Ancak ihtiyaç için çıkabilir. Şeriatin; ilmihal kitaplarında yazılan, "Bunlar için çıkabilir." dediği üç beş sebepten dolayı çıkabilir; keyfi için dışarıya çıktığı zaman itikâfı bozulmuş olur.
Camiden dışarı çıkmayacak. Tabi namaz vakitlerinde camiye cemaat de gelir. "selâmün aleyküm, aleyküm selam" bir konuşma başlar.
Ne olur?
Söz sözü açar, itikâfın tadı kaçar.
Onun için sükut edecek. Zikrullahla meşgul olacak. Sükut edecek; başkaları ile pek konuşmayacak.
Peki alim insan itikâfa girdi; o ne yapabilir?
Yecûzü lehü't-tedrîs ve'l-ikraü'l-Kur'ân. "Onun için ders vermek câiz olur; Kur'an okutmak, öğretmek câiz olur." Li enne zâlike yeteadda nef'uhû ilâ ğayrihî. "Çünkü ders öğretmekle, Kur'an öğretmekle insan başkalarına faydalı olmuş oluyor. Sırf kendisine faydalı olmuyor, başkalarına faydası geçmiş oluyor." Fe-hüve ekserü sevâben min iştiğâlihî bi hâssâti nefsihî. "İnsanın kendi nefsiyle meşgul olmasından, sırf kendi menfaati için çalışmasından; toplumun, başka insanların da hayrına olan, sevap kazanmasına sebep olacak çalışma yapması daha uygun, daha sevaplı olduğundan itikâfta ders vermek olur, Kur'an öğretmek olur.
Uyku uyumayacak mı?
Uyuyacak ama uykuyu azaltması lazım ve gecenin özellikle kıymetli zamanlarında uyanık bulunmaya gayret etmesi lazım.
Biliyorsunuz Kadir gecesini anlatan sûrede bir âyet-i kerîmede nasıl buyuruluyor:
Hiye hattâ matlai'l-fecr.
Bütün bu güzellikler, Kadir gecesindeki bu lütuflar, bu beşaret, bu nûrâniyet, bu ikramlar, bu sevaplar, meleklerin inmesi, Cebrail aleyhisselam'ın inmesi, mü'minlerle musafaha etmesi, o güzel güzel mânevî ikramlar ne zamana kadardır?
Hiye hattâ matlai'l-fecr. "Şafak fecir atıncaya kadardır, imsak vaktine kadardır, fecr-i sâdık başladığı zamana kadardır."
Takvimlerde ona ne diyorlar?
"İmsak vakti" diyorlar. Oruçlunun artık niyet edip oruca başladığı, yemekten içmekten kesildiği saat.
O ne zamandır?
Daha ortalık karanlıktır ama Doğu tarafında bir aydınlık başlamıştır, güneşin doğmasına da daha epeyce vardır, bir saat, bir buçuk saat, iki saate yakın vakit vardır; bölgesine göre, mevsimine göre değişen bir zaman bu.
Dinî gündüz, güneşin doğmasından önce başlıyor. Buna nehâr-i şer'î derler. Şeriatin gündüzü fecirden başlar. Nehâr-i örfî, halkın bildiği gündüz, güneşin doğması ile başlar. Güneş doğdu, gündüz oldu.
Ama İslâm'da gündüz ne zaman başlıyor?
Sabah vakti girdi mi başlıyor. Ortalık biraz daha alacakaranlık ama artık Doğu'dan ışıklanma başladı, karanlık açılmaya başladı, oradan aydınlık başladı.
İşte hiye hattâ matlai'l-fecr, "Fecrin attığı zamana kadardır. Gecenin imsak zamanına kadardır."
Binâenaleyh bu vakitte uyanık olmaya çalışmak lazım. İtikâf eden, Kadir gecesini yakalamak isteyen insanın böyle yapması lazım.
"Ben çalışıyorum, memurum, öğrenciyim; itikâfa giremedim. Hadîs-i şerîflerde de kuvvetli rivayet olarak; 'Kadir gecesi yirmi altısını yirmi yedisine bağlayan gecedir.' diye bildirildiği için bu Kadir gecesinde 'İbadet ederek belki bu sevabı yakalarım.' diye ibadet etmek istiyorum."
Tamam. O zaman insan tedbirini alır, dinlenmesini yapar, gecesini ibadetle geçirir.
Dinlenme ne zaman olabiliyor?
Teravihe kadar olmaz. Arada yatsı namazını kılacak, teravihi kılacak; ondan sonra birazcık istirahat eder.
Hiç istirahat etmediği zaman uyku bastırdığı için ibadeti tatlı yapmak mümkün olmadığından vücudun hakkı olan dinlenmeyi de birazcık vermek lazım. Gündüzden, öğleden sonra biraz uyursa, biraz da teravihten sonra uyursa, o zaman sabah vaktine kadar, matlai'l-fecr'e kadar, fecrin tulûuna kadar gecesini değerlendirmesi mümkün olur. Ondan sonra da sabah vakti geliyor, sabah namazını camide kılması lazım.
Bu arada ben bir ince noktayı hadîs-i şerîflerden size nakletmek istiyorum:
Peygamber Efendimiz hadîs-i şerîflerinde buyuruyor ki;
"Bir insan yatsı namazını camide kılarsa, sabah namazını camide kılarsa bütün gününü gecesini ibadetle geçirmiş gibi olur, sevap alır."
Onun için özellikle dikkat etmek lazım. Yatsı namazını, sabah namazını camide kılmaya gayret etmek lazım.
Bazıları şöyle düşünebilirler:
"İşte ben Kadir gecesinde oturdum namaz kıldım, uyumadım, Kur'an okudum, tesbih çektim. Artık sabah vakti girince camiye gitmiyorum; camiye gitmeden evde namaz kılıyorum, artık yorulduğum için yatacağım."
Bu yanlıştır. Çünkü bir insanın bütün gece uyuyup da sabah namazına gitmesi daha iyidir. Yatsı namazını camide kılıp uyuyup sabah namazına camiye gitmesi daha iyidir. Bütün gece ibadet edip de sabah namazını kaçırmasından daha iyidir.
O bakımdan sabah namazının önemini vurgulamak istiyorum. Sabah namazına mutlaka gelmeye çalışmalı.
Tabi bir hadîs-i şerîf daha var. Biz onun uygulanmasını Hocamız'dan (Mehmed Zahid Kotku) gördük; kardeşlerimiz de uyguluyorlar:
"Kim sabah namazını kıldıktan sonra da güneşin doğmasından, kerahat vakti çıkmasına kadar Kur'an'la, zikirle meşgul olursa, kalkıp iki rekât namaz kılarsa çok sevap kazanacak; bir hac ve umre sevabı kazanacak, rızkı bol olacak." diye bildirildiği için bir de işrak vaktine kadar beklemek vardır.
Demek ki Kadir gecesini değerlendirmek isteyen bir kimse için "teknik bilgileri" diyeyim, "dinî bilgileri" söylerken hatırlatmam gereken hususlardan birisi de bu.
Gündüzden biraz dinlenirsiniz; yatsı namazını camide kılacaksınız, teravihinizi kılacaksınız. "Vücut hakkını alsın, ibadete kuvvet kazansın." diye teravihten sonra biraz istirahat edersiniz. Bir saat, iki saat neyse, saati kurarsınız. Ondan sonra kalkarsınız, geceyi ibadetle, zikirle, tesbihle, istiğfarla, tevbeyle, nafile namazlar kılarak, kaza namazları kılarak değerlendirirsiniz. Gözyaşları dökerek Mevlâ'ya münâcaat eder, niyaz edersiniz.
Hiye hattâ matlai'l-fecr. "Fecr atıncaya kadar, tulû-u fecre kadar" böyle çalışırsınız.
Ondan sonra da sabah namazını kaçırmazsınız. Camiye gidersiniz; "Cemaatle namaz kılarak geceyi ihya etmiş olmanın sevabını kazanayım." diye sabah namazını da kılarsınız.
Durumunuz müsaitse -Allah gayret, kuvvet versin- bir de güneşin doğmasından yarım saat geçinceye kadar da yine Kur'an'la, zikirle meşgul olup işrak namazını kılarsanız; çok sevaplar kazanmış ve geceyi en güzel şekilde değerlendirmiş olursunuz.
Allahu Teâlâ hazretleri cümlenizin ibadetlerinizi kabul eylesin. Kadir gecesine isabet etmenizi nasip eylesin. Kadir gecesini Rabbimiz'in rızasını kazanmanıza vesile olacak güzel bir şekilde değerlendirmenizi, güzel bir şekilde ibadetlerle ihya etmeye muvaffak olmanızı dilerim.
Allahu Teâlâ hazretleri o mübarek gecede sunduğu ikramlardan, lütuflardan, rahmetlerden bizleri de hissedar eylesin. Nice nice Kadir gecelerine önümüzdeki yıllarda da sıhhat ve âfiyetlerle, sevdiklerinizle dostlarınızla erişmenizi nasip eylesin.
Allahu Teâlâ hazretleri bütün ömrümüzü, bütün faaliyetlerimizi; ailevî faaliyetlerimizi, ticarî faaliyetlerimizi, sosyal faaliyetlerimizi, dinî faaliyetlerimizi, hepsini Kur'ân-ı Kerîm'in yolunda, Peygamber Efendimiz'in sünnet-i seniyyesine uygun, Allah'ın rızası istikametinde çalışmalarla geçirmeyi, o sıfatlarla, onlara uygun olarak yaşamayı nasip etsin. Uzun ömürlerle muammer olun.
Allahu Teâlâ hazretleri ömr-ü tavîl ihsan eylesin; mesut, mutlu bir ömür, hüsn ü hâtimeler nasip eylesin.
Ondan sonra da âhirette cennetiyle cemaliyle cümlenizi müşerref eylesin.
es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!
(15 Şubat 1996) Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi
http://mecmerkezi.org