Tarih ve kültürümüz, Müslüman halkımızın yaşadığı hayatın ibadetler tarafından şekillenmesiyle oluşmuştur. Namaz vakitlerinin tayini, ibadetler ve günlük meşgalelerin planlanması Allah'a(C.C.) kulluğun merkeze alınarak hareket ediliyor olmasından kaynaklanır.
İslâm tarihi boyunca yaşam alanları ve kurulan şehirler, mescid ve camilerin merkezi etrafında toplanmıştır. İş, güç ve çalışmalar namaz vaktine göre düzenlenmiştir. Öyle ki yolculuk niyetleri, günlük çalışma ya da buluşma cümlelerinde kullanılan zaman kavramları namaz vaktiyle başlayan cümlelerle ifade edilmiştir. "Sabah namazından sonra", "Öğle namazını müteakip", "yatsıdan önce" gibi ifadeler bizlere bu cümlelerin ve niyetlerin çıkış ekseninin “namaz” yani ibadet ve kulluk bilinci çevrevesinde şekillendiğini anlatır.
Namazgâh Durağı, Namazgâh Mahallesi, Namazgâh Sokağı isimli yerler her birimizin dikkatini çekmiştir. Namazgâh denince, 'açık havada namaz kılınan yer' akla gelmektedir.
“Namaz", Kâinatın Efendisi Peygamberimiz (SAS.)’in özel ve güzel tanımlarıyla "dinin direği" ve "mü'minin mirâcı"dır.
"Namazgâh" Farsça kökenli "nemaz" kelimesi ile "yer" anlamındaki "gâh" edatının birleşiminden meydana gelmektedir. "namaz kılınan yer" ya da kısaca "namazlık" demektir.
Farsça 'namazgâh' ve Arapça karşılığı olan 'musallâ' kelimeleri genelde namaz kılınan her yeri ifade eder. Türkçe’de namazgâh; bayram gibi belli zamanlarda namaz kılınan musallâlar yanında, yol kenarlarında yolcular için yapılan üstü açık mescidler için de kullanılmıştır.
Namazgâhlar halk arasında "set", "seki", edebiyatta ise "su/fe", "musallâ" ve "makam" kelimeleri ile de ifade edilir. Seyahate çıkan yolcularla pikniğe gidenlerin hem dinlenmeleri hem de namazlarını edâ etmeleri için vakfedilmiş hayrat yerleridir.
Birer açık hava camisi durumundaki namazgâhlar, genellikle abdest almak için bir çeşme veya kuyu ile birlikte yapılırdı. Namazgâhlar asıl zeminden bir ya da birkaç basamak seki ile belirtilir, bu alan bazen sütre görevi yapan bir duvar veya benzeri bir yardımcıyla çevrelenir, kıble yönüne de bir mihrap taşı ilâve edilirdi.
Hz. Peygamber’in Kubâ’da yaptığı ilk mescid ve cuma namazı kılınan Ranûnâ vadisindeki Benî Sâlim Mescidi de böyleydi. Resûlullah (SAS.) uzun bir sefere çıktığında dinlendiği yerlerde tespit edilen uygun bir alan temizlenir, etrafına taşlar dizilerek sınırları belirlenir ve burası namazgâh edinilirdi. Peygamber Efendimiz (SAS.), Mekke yolunda da çeşitli yerlerde namazgâhlar edinmiştir. Bu gelenek daha sonraki dönemlerde de devam etmiştir.
Namazgâhlar ayrıca yaz mevsimlerinde ve özellikle sıcak aylarda hizmet veren, cuma, teravih ve bayram gibi cemaatin yoğun olduğu namazlar için vakfedilmiş açık hava ibadetgâhlarıdır.
İslâmiyet’in yaygın olduğu ülkelerde sayılamayacak kadar namazgâh vardır. Bunlar özellikle Anadolu'da hemen hemen bütün kentlerde, köy ve kasabalarda, yol boylarındaki konak yerlerinde ve açık arazilerde, bazen yaşı unutulmuş ulu bir çınarın, bazen de birkaç salkım söğüdün gölgelediği yerde, bir pınar ya da bir kuyu çevresinde yer almıştır.
Anadolu'da hemen her köyde bir çınar altı vardır ve bugün çoğunlukla kır kahvesi olarak kullanılan bu mekânlar eski namazgâhlardır.
Bugünkü İstanbul'daki Kadırga Parkı bu tür namazgâhlar için orijinal bir örnektir. Mihrap ve minberi hala ayakta duran İstanbul Beykoz Anadoluhisarı Namazgâhı da böyle bir örnektir. İstanbul'un ilk büyük namazgâhı Okmeydanı’ndadır. Sadece İstanbul’da 153 tane namazgâhın olması ecdadımızın namaza ve ibadete HER koşulda ne kadar önem verdiğini göstermektedir.
Namazgâhların olmasının bazı sebepleri vardır. Mesela Namazgâh, sıcak yaz aylarında, cuma, teravih, bayram ve cenaze gibi cemaatin yoğun olduğu ibadetlerin, ter ve nefes kokularından rahatsız olunmadan serinlik ve ferahlık içinde, açık havada edâ edilmelerini sağlar.
Tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı, Konya'da, halk arasında Musallâ Namazgâhı şeklinde şöhret bulan bir namazgâhı anlatırken şu bilgileri veriyor: "Selçuklular zamanında her şehir ve kasabanın “Sultan Meydanı” veya “Meydan” denilen birer toplantı yerleri vardı. Müsait havalarda buralarda bayram namazı kılınır, bayramlaşılır, ordu uğurlanır ve karşılanırdı. Yine buralarda yağmur dileği namazı kılınır, açık kürsülerden halka ders, nasihat ve direktif verilirdi. Bu meydanların büyük kitlelerin heyecanlarını kamçılamak hususunda büyük rolleri olurdu."
Müslüman halkların yaşadığı coğrafyalarda, Asya'da, Afrika'da, Balkan ülkelerinde ve özellikle Anadolu'nun her yerinde bunun gibi pek çok namazgâh örneğine rastlanmaktadır.
Peygamber Efendimiz'in (SAS.) "Yeryüzü bana mescid kılındı" şeklinde buyurduğu hadis-i şerifi gibi, yeryüzünde temiz olan her yerde, tıpkı İslam tarihindeki örnekleri gibi, cemaatle açık havada ve namazgâhlarda usulünce namaz kılınabilir.
Bütün bu örneklerden anlaşıldığı üzere; namazgâhların çoğu kez müstakil açık ibâdet mekânı ve çoğu kez de seyir yerlerinde özel bir köşe olduğu görülüyor. Bu "özel köşe"ler devam eden dünya telaşları arasında ibâdetle bütünleştiği takdirde ancak amaca uygun kullanım hedefine ulaşabilir. İbadet kavramı insan ruhunun sükûna ermesi, iç huzura kavuşması ve varlık sebebinden uzaklaşmaması için kaçınılmaz bir ihtiyaçtır.
Açık hava ibadethane yani camileri olan namazgâhlar; kadim uygarlığımızın, yüksek medeniyetimizin yeniden pırıl pırıl parıldamaya aday mücevherleridir. Parıltıları hâlâ sönmeyen yüksek bir uygarlığın zengin duyarlılığı içinde fizikle metafiziği kucaklaştıran peyzaj mimarimizin, açık mekân kültürü ve yaşanılır çevre düzeni anlayışımızın dünden bugüne yansıyan açık anıt ve kanıtlarıdır.