20 Cemaziyelevvel 1446 | 22 Kasım 2024 Cuma

CANLI DİNLECANLI DİNLE

Güncel

Ana Sayfa Haber Güncel

M. Es’ad Coşan (Rh.A.) Hocaefendi’nin fikir dünyasında adalet ve hukuk

Son Güncelleme: 28 ARALIK 2013 - TSİ 09:18

İslâm'da kutsal kavramlarının başında doğruluk, hak ve hakikat kavramları yer alır. Bunların akabinde ise adalet kavramı gelir. İslamda adalet, hak ve hukuk kavramları kul ile Rabbi arasındaki ilişkilerden başlayarak kişiler arası ilişkilerden devlet işlerine hatta canlı cansız yaratılmışlara kadar bütün münasebetleri düzenleyen en mühim prensibdir. Her şeyi yerli yerine koymak, her hakkı sahibine iade etmek olarak özetlenebilecek adalet kavramı, insan olmakla edindinilen ilk görevin hakkını teslim etmekle başlar. O da Ahzab suresi 72. ayet-i kerimede ilan olunmutur:

 

“Doğrusu biz emaneti (emir ve yasakları) göklere, yere ve dağlara arz (ve teklif) ettik de (onlar) bunu yüklenmekten kaçındılar ve on(un getireceği sorumluluk)tan korktular da onu insan yüklendi. (Eğer bunun gereğini yapmaktan kaçınırsa) cidden o çok zalim, çok cahil (demek)tir.”

 

Bu vazifenin ifasından sonra kulların görevi Allah’ın boyası ile boyanmak, elçisine tabi olmak ve yolundan gitmektir. Sev­gi­li Pey­gam­be­ri­miz (sal­lal­la­hu aley­hi ve âli­hî ve sel­lem) haz­ret­le­ri de bir ha­dîs-i şe­rîf­le­rin­de bu­yur­muş­lardır ki:

 

“Emin­li­ği, gü­ve­nir­li­li­ği (ema­ne­ti) ol­ma­ya­nın ima­nı yok­tur; ah­di­ne ve­fa­sı, ver­di­ği sö­zü­ne sa­da­ka­ti ol­ma­ya­nın di­ni yok­tur.”[1]

 

Bu dinin Rabbi şüphe ve endişeye mahal kalmayacak biçimde adalet ile mücehhez, Resulü ise emredildiği üzere dosdoğru olan, her hakkı teslim eden ve el-Emin vasfının yegane sahibidir.

 

Merhum ve muhterem Mahmud Es’ad Coşan (Rahmetullahi Aleyh) Hocamız adalet kavramını bütün boyutları ile muamelatta, işte, amelde, fikir ve düşüncede,, şahsi ve umumi, kişisel hak ve özgürlüklerden, milletlerarası hukuka hatta savaş hukukuna kadar geniş bir alanda ele almaktadır. Ona göre müs­lü­man­la­rın sa­hip ol­ma­sı ge­re­ken en önem­li va­sıf­lar­dan bi­ri de “ada­let”tir. O ka­dar ki is­ter­se ken­di­si­nin ve­ya ebe­vey­ni­nin ya da ak­ra­basının aley­hi­ne bi­le ol­sa ada­let­ten as­la ay­rıl­ma­ya­cak, ger­çe­ği acı da ol­sa söy­le­ye­cek, za­yıf da ol­sa­lar ma­sum­la­rın, hak­lı­la­rın ya­nın­da yer ala­cak, hak­sı­zın ve za­li­min kar­şı­sı­na di­ki­le­cek­tir. Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi hak sözü söylemeyi ci­ha­dın en üs­tü­nü, en se­vap­lı­sı kabul ederek, mü­te­keb­bi­rin ve zalimin kar­şı­sın­da ezi­lip bü­zül­me­mek bi­la­kis onun had­di­ni bil­me­si­ni sağ­la­mak için kar­şı­lık ve ce­za ola­rak te­keb­bür gös­ter­menin sa­da­ka­ olduğunu bildirmektedir.[2]

 

“Ya­ra­da­nı­mız Al­lah (cel­le ce­lâ­lüh) haz­ret­le­ri bü­tün müs­lü­man­la­ra, doğ­ru­lu­ğu, hak­ka­ni­ye­ti, ada­le­ti em­re­der, ken­di­le­ri­nin ve­ya an­ne ba­ba ve ak­ra­ba­la­rı­nın aley­hi­ne bi­le ol­sa! Re­sû­lul­lah Efen­di­miz de (sal­lal­la­hu aley­hi ve sel­lem) bir ha­dîs-i şe­rî­fin­de, ‘Ger­çek ne­re­dey­se sen de ora­da ol, onun pe­şi sı­ra git, hak­tan hiç ay­rıl­ma...’ bu­yur­muş. De­mek ki bü­tün mü’min­ler hak­kı is­te­me­li, ger­çe­ği ara­ma­lı, onu sev­me­li ve say­ma­lı; her iş­le­ri­nin doğ­ru, her söz­le­ri­nin hak ol­ma­sı­na bü­yük dik­kat ve iti­na gös­ter­me­li­dir.”[3]

 

Es’ad Coşan Hocaefendi, İs­lâm di­ni­nin esas ga­ye ve he­de­finin, yer­yü­zün­de hak­kı, il­mi, ada­le­ti ha­kim kıl­mak, hay­rı ve sa­ade­ti sağ­la­mak ve bu­na mu­ka­bil ba­tı­lı, ce­ha­le­ti zul­mü or­ta­dan kal­dı­ra­rak şer­ri ve şe­ki­ye­ti ön­le­mek olduğunu söylemektedir. Hocaefendi, İslamın bu teoriyi pratiğe nasıl aktardığını şöyle izah eder:

 

“İn­san­lı­ğı, he­def al­dı­ğı yü­ce ga­ye­le­re ulaş­tır­mak için or­ta­ya koy­du­ğu ef­kâr ve na­za­ri­ya­tı söz­de, ha­yal­de bı­rak­ma­mış; bi­la­kis her ga­ye­ye vu­su­lün mad­dî va­sı­ta ve yol­la­rı­nı gös­ter­miş, mâ­kul ve tat­bi­kî ko­lay bir ça­re­ye (pra­ti­ğe) bağ­la­mış­tır. Me­se­la, müs­lü­man­la­rın sev­gi ve yar­dım­laş­ma­sı­nı, za­ma­nı, mik­ta­rı, mu­ha­ta­bı bel­li olan ze­kâta; sa­da­ka’ya; gaf­let­ten kur­tu­luş ve da­imî uya­nık­lı­ğı zikre; hak­kın ba­tı­la ga­le­be­si­ni, hay­rın şer­ri de­fet­me­si­ni, Müs­lü­man­lı­ğın ko­run­ma­sı­nı, maz­lum­la­rın kur­ta­rıl­ma­sı­nı, ma­sum­la­rın ko­run­ma­sı­nı ci­hada; vs. ha­va­le bu­yur­muş­tur.”[4]

 

Kısaca İs­lâm, iyi­li­ği ha­kim kıl­mak, kö­tü­lü­ğü or­ta­dan kal­dır­mak için gönderilmiş, bu hedefleri yerine getirmek de onun mü’milerine havale edilmiştir.[5] İslamın birinci gayesi hakkı ve adaleti getirmek ise müslümanların ilk vazifesi de adaleti hakim kılmak, zulme mani olmaktır. Öyleyse müslümanlar adalet taşıyıcılardır, öyle olmuşlardır ve olmalılardır.  Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi’ye göre ada­let­ ve in­saf­la muamele dün­ya­nın en yük­sek mâ­ne­vî me­de­ni­ye­ti­ni kurmaya vesiledir. Ona gore adalet ve insaf tarihin en za­rif ve hay­ranlık uyandıracak mâ­ne­vî, mad­dî, il­mî, fen­nî, ede­bî, mî­ma­rî, in­sa­nî, be­diî eser­lerinin vücuda getirilmesinde temel saiktir: [6]

 

“Müslümanlar gittikleri her yere adalet götürmüşlerdir. Dedelerimiz savaşlarda, canla, başla, düşmandan kaçmadan, sırt dönmeden, gerilemeden çalışmışlar, savaşmışlar, tarihimize altın sayfalar yazdırmışlar. Büyük zaferler kazanmışlar, nice diyarlara İslâm'ı götürmüşler, adâleti götürmüşler, hakkàniyeti götürmüşler, hoşgörüyü götürmüşler. Müslüman cihad ile gittiği yere sulh götürüyor, hoşgörü götürüyor. Edep götürüyor, iman götürüyor, adalet götürüyor ve oranın yerli ahalisi memnun oluyor. Çünkü müslümanlar adaletli... Çünkü müslümanlar iyi insanlar... Çünkü müslümanlar ırza, namusa dokunmuyor... Çünkü müslümanlar mala, mülke dokunmuyor.... Çünkü müslümanlar, insan hakları dediğimiz hakları ve hürriyetleri, asırlar boyu hakim oldukları yerlerde insanlara yaşatmışlar.” [7]

 

Es’ad Coşan Hocaefendi Rahmetullahi Aleyh buyurur ki; ne kadar yanlış ve kusurlu olursa olsun, bü­tün yan­lış ve sa­pık yol­la­rın da bir man­tı­ğı, mu­ha­ke­me tar­zı, fel­se­fe­si var­dır. Bu mantığa dayandırarak on­lar da ken­di­le­ri­ni doğ­ru yol­da sa­nır, hak­lı bu­lur. Ancak İslam inancına gore her bilginin, hakikatin yegane kaynağı Allah Teala’nın zatı ve Onun ilmi-bilgisidir. İn­sa­na ger­çe­ği ancak Al­lah (cel­le ce­lâ­lüh) gös­te­rir, hak­kı O bul­du­rur, doğ­ruluğa ancak O hi­da­yet eder.[8] Bu sebeple Allah’ın gösterdiği ve İslam’ın kulavuzladığı gerçek ve hakikat dışındaki her şey dünyevi, yanıltıcı, hatalı ve eksiktir. Bu yanıltıcı bilgilerin yetersizliği ile hareket edenler çatışmaya sürüklenirken, dünya metaına tamah etmek de insanı haksızlığa düşürür:

 

"Dünyayı sevmek, her hatânın kaynağıdır. Her hatâ oradan kaynaklanır. İnsanı dindarlıktan uzaklaştıran, adâletten uzaklaştıran, hırsızlık, kalleşlik yaptıran, arkadaşlığı bozduran, her türlü hatânın kaynağı dünya sevgisi!.. Her türlü rekàbet dünyadandır. İki kardeş birbiriyle savaşır, baba oğluyla savaşır hükümdarlık için... Osmanlı tarihinde bile var... İki devlet birbiriyle savaşır, dünya için... Irak'ın İran'la çarpışması ahiret için miydi?.. Değil, dünya için... Dünyadan zâhid olsa insanlar, dünyaya metelik vermeyen insanlar olsalar, bunların hiç birisi olmayacak! Menfaat çekişmesi olmasa, çatışması olmasa, bunların hiç biri olmayacak!.. Ama menfaat işin içine girdi mi, dünya girdi mi, iş değişiyor. Her hatâ ordan kaynaklanıyor.” [9]

 

M. Es’ad Coşan Hocaefendi, hak­lı­nın ay­nı za­man­da güç­lü ve kuv­vet­li ol­ma­sı gerektiğini söylemektedir. Zira haklar her zaman tam olarak verilmediği gibi hukuk da adil biçimde işlemeyebilir. Bu mü’min hakkı olanı cebren de olsa almak zorundadır. Hocaefendi şir­ret ve edep­siz­den, iman­sız ve in­saf­sız­dan ada­let bek­len­meyeceğini belirterek, “Şu ga­rip ve aca­yip or­tam­da hak ve­ril­mez, alı­nır; hak­lar ti­tiz­lik­le ko­run­maz­sa, ma­ale­sef çiğ­ne­nir ve gas­pe­di­lir”,[10] demektedir. Haksızlığa sebep olanlara ise gerektiği biçimde hak ettiği dersi ve cevabı vermelidir:

 

“O hal­de sa­mi­mi din­dar­lar ile ha­ki­kî fi­kir ve vic­dan hür­ri­ye­ti ta­raf­tar­la­rı da –en az mün­kir­ler ka­dar– gay­ret­li ol­ma­lı; olum­lu, ve­rim­li, kök­lü ve de­vam­lı ça­lış­ma­la­ra gi­riş­me­li­dir. Tem­bel­lik, la­kayt­lık ve gev­şek­li­ğin ve­bal ve­ya za­ra­rı­nın çok bü­yük ola­ca­ğı­nı bil­me­li­si­niz... Fi­kir­le­ri­ni­zi du­yur­mak ve ya­pı­lan sal­dı­rı­la­ra kar­şı sa­vun­mak için her tür­lü araç ve ge­reç­le­ri kul­lan­ma­lı, ku­rul­muş mü­es­se­se­le­ri mad­de­ten, mâ­nen, kal­ben, fik­ren ve li­sa­nen kuv­vet­le des­tek­le­me­li­si­niz. Bu­lun­du­ğu­nuz çev­re­de hak ve hür­ri­yet­le­ri­ni­zi ko­ru­mak için ka­dın er­kek ted­bir­ler al­ma­lı, der­nek­ler kur­ma­lı, var olan­la­ra üye ol­ma­lı, doğ­ru yön­de ça­lış­ma­la­rı­nı sağ­la­ma­lı­sı­nız. “[11]

 

Merhum Es’ad Coşan Hocaefendi, hakların aranmasını, her ne olursa olsun haksızlığa karşı durulmasını gerekli bulduğu gibi, hak arayışında olanları da desteklemiş ve teşvik etmiştir. Mesela yıllarca Türkiye’nin gündemini işgal etmiş olan başörtüsü olaylarında meseleyi bizzat bu duruma maruz kalanların kendilerine bir ihsan beklemeden çözmesi konusunda şöyle buyurmuştur:

 

“Gönül isterdi ki hukuk fakültesi gibi meslekî bakımdan uygun bazı öğretim kurumlarında tahsil görmekte olan mağdur kızlarımızdan bir kısmı aday olsun, seçilsin, meclise girsin ve mücadele etsin.”[12]

 

Buna rağmen Es’ad Coşan Hocaefendi kontrolsüz ve hukuksuz hak arayışlarına da karşı çıkar. Devletin kanun ve kanun uygulayıcılarına uygun biçimdeki hak arayışlarını makul ve uygun bulur. Hak aramak iddiası ile hukuka muhalif davranmayı, topluma ve toplum malına zarar vermeyi, hatta çevreyi incitmeyi dahi mazur görmez:

 

“Kimi kalkmış, yemyeşil ormanlarımızı cayır cayır yakıyor; bilerek, hunharca, vahşice, insafsızca, yersiz, haksız, anlamsız olarak, ‘eylem’ diyerek...[13]

 

Merhum Hocafendiye göre hepimizin hukuka saygılı olması lâzım. Zira ülkemiz bir hukuk devletidir. Ancak o, “hukuk devleti” tanımını da yeterli görmez. Zira her toplumda hatta en ilkel toplumlarda bile bir hukuk vardır. Hatta hukuk olması, kanunlar olması yetmez, kanunların âdil olması ve insan haklarına uygun olması gereklidir. Bir konuşmasında “Bugün kanun devleti bile ayıp sayılıyor. Hukuk devleti var...”der.

 

“Kanunlar antidemokratik olabildiği için kanunlarla idare edilmek bile bir meziyet değil... İnsan haklarına saygılı olmak zorunda her devlet... Kim oluyor ki küçücük bir azınlık çıkacak da, koca bir milleti te'dip edecek. Şunu yapma diyecek, bunu böyle yap diyecek... Sen kim oluyorsun?.. Ben milletim, ben istediğimi yaparım![14]

"İnsan haklarına aykırılık varsa, özgürlüklere, çağdaşlığa aykırılık varsa, o değiştirilir, inat etmemek lâzım!”[15]

 

Değerli dinleyenler…

Adaletin tesisi ve hukukun işletilebilmesi uygulayıcılar ile irtibatlıdır. Hukukun varlığı ve adil kanunların uygulanması ancak adil hukukçular ve haksızlığa rıza göstermeyen teba ile mümkündür.  Es’ad Coşan Hocaefendi, bir makalesinde bunu şöyle ifade ediyor:

 

“el-’ad­lü esâ­sü’l-mülk” den­miş­tir. “el-’adl”, ya­ni ada­let; esas: Te­mel; mülk: Ege­men­lik demek.. Me­lik­lik, ma­lik ol­mak; bir top­lu­mun yö­ne­ti­mi­ne sa­hip ol­mak de­mek. Ege­men­li­ğin, hâ­ki­mi­ye­tin, ida­re­ye sa­hip ol­ma­nın te­me­li ada­let­tir. Di­ni­miz böy­le bu­yu­ru­yor. İn­sa­nın ken­di­si­ni aş­ma­sı, ken­di­si aley­hi­ne ka­rar ve­re­bil­me­si baş­ka bir din ve kül­tür­de gö­rül­müş mü? Hâ­kim, ken­di ken­di­si­ni mah­kûm ede­cek; çün­kü Kur’an, “Ve­lev ‘alâ en­fü­si­küm evi’l-vâ­li­dey­ni ve’l-ak­ra­bîn: İs­ter­se ken­di­ni­zin aley­hin­de ol­sun, is­ter­se an­ne ba­ba­la­rı­nı­zın aley­hin­de ol­sun... Yi­ne ada­let­ten, doğ­ru­luk­tan ay­rıl­ma­yın.”110 di­yor. An­ne ba­ba­sı­nı mah­kûm ede­cek bir hâ­kim, ak­ra­ba­sı­nı mah­kûm ede­bi­le­cek bir ka­dı, bir ada­let men­su­bu uy­gu­la­yı­cı­sı ola­bil­mek, bi­ze, bi­zim kül­tü­rü­mü­ze mah­sus bir şe­ref­tir, bi­zim İs­lâm ve iman kül­tü­rü­müz­de gö­rü­le­bi­len bir şe­ref­tir.[16]

 

Modern çağlarda hukuk ve uygulayıcıları adil de olsa kanunları yerine getirmekte keyfiliğe tabi olabilir yahut bir takım çıkarlar sebebiyle hukuku ve kanunları kendi menfaatleri doğrultusunda yorumlayabilirler. Zira bazen Es’ad Coşan Hocaefendinin belirttiği gibi Hukukçular, cübbelerini giyip yürüdükleri zaman, en ters şeyleri söyleyebiliyorlar. İnsan haklarını çiğneyebiliyorlar, hukuku çiğneyebiliyorlar; slogonlarıyla, ve sâiresiyle...” [17] Bir takım meseleler adaleti tesis ile sorumlu olanları dahi tereddüte düşürecek derecededir. Kadın hakları ve hürriyeti bunlardandır. Hocaefendi önce herkesi ilmin, irfanın ışığında serinkanlılıkla, tarafsızlıkla, adalet ve insafla incelemeye, mânevî ve ilahî gerçekleri, delilleriyle güzelce ve apaçık tespite davet ediyor ve düşülen tenakuza dikkat çekiyor:  [18]

 

“İs­lâm di­ni­nin, ka­dın­lar ko­nu­sun­da sağ­la­dı­ğı hür­ri­yet ve ada­let,[19] yap­tı­ğı bü­yük sos­yal in­kı­la­bın ge­tir­di­ği ye­ni­lik­le­ri ve yık­tı­ğı zu­lüm ka­ide­le­ri­ni bir­çok ta­raf­sız fi­lo­zof ve bi­lim ada­mı, ka­bul ve iti­raf eder. Ka­dın hak­la­rı­nı ko­ru­ma­ya bu ka­dar he­ves­li isen yol­dan çı­kan, kö­tü yo­la dü­şen ka­dın­la­rı ko­ru­ma­ya, kur­tar­ma­ya ça­lış­san ya! O za­man te­set­tü­rü, na­mu­su fi­lan sa­vun­mak ge­re­kir di­ye mi kor­ku­yor­sun?”[20]

 

Merhum Es’ad Coşan Hocaefendiye göre adaletin, eksik, hatalı veya gecikmiş olması da adaletsizliktir. Mahkemeler adil olmalı, hızlı karar vermeli, suçlular bulunmalı, vicdanlar rahatlatılmalı, bunun için gerekli olan mekanizmalar çalıştırılmalı, yoksa tesis edilmeli ve adalete güven sağlamlaştırılmalıdır:

 

“Adalet mekanizması hızlı değil, mahkemeler güvenli değil, kanunlar yeterli değil, cezalar kötülüğü durdurucu, fesatçıyı caydırıcı değil! Bu çok vahim bir durum, bu konuya ciddiyetle eğilmeliyiz. Ne yapıp yapıp, er geç suçluyu mutlaka bulmalı, hak edene hak ettiği cezayı mutlaka vermeliyiz. Mekanizma bu tarzda düzenlenmeli ve çalıştırılmalı. Namuslu, faziletli, bilgili, görgülü, vatanı, milleti, adaleti seven insanlar birleşmeli; düşünmeli, taşınmalı, yeterli, etkili tedbirler bulmalı ve bunları uygulamaya yarayacak alet, edevat ve teşkilatı tesis etmeli!”[21]

 

Hukuk adamı hükmettiği zaman adaletle hükmetmez ise evvela Allah ondan intikam alır, ahirette ise büyük cezalara uğratır. Hocaefendiye gore adaletle hükmetmeyen kadılar, hakimler bu vebalin büyüklüğü ile orantılı olarak çok büyük cezalara çarptırılacaklardır. Asıl suç­lu­yu ce­za­lan­dı­rır­ken, bir ma­su­mun kı­lı­na bi­le za­rar ver­mek endişesi hakimi in­ce ele­yip sık do­ku­maya, ni­ce sa­bır ta­şı­ra­cak çir­kin dav­ra­nı­şın kar­şı­sın­da iti­dal ve ta­ham­mule sevketmelidir.[22] Bununla birlikte Hocaefendi adaletin, hak ve hukukun tesisinde tebayı da sorumlu ve ortak kabul eder:

 

“Devletin ağır aksak, eli kolu bağlı, maddî güçten mahrum organlarından çok daha atik, çok daha fedakâr, çok daha güçlü, çok daha etkili olabiliriz ve olmalıyız. Oradaki iyi niyetli memurlarla, uzmanlarla el ele, iç içe, omuz omuza... Çünkü bu yurdun taşı, toprağı, ormanı, madeni, maddî, mânevî, tabii tüm güzellik ve zenginliklerinde bizim de hakkımız var, korunmasına da katkımız olmalı. Şer güçleri organize olduğu kadar, hayr güçleri de organize olmalı, çok kuvvetli olmalı!”[23]

 

Bu mesuliyet ortaklığı durumunda Es’ad Coşan Hocafendi her iki kesimi de yani hukuku uygulayanları da ona tabi olanları da kusurlu bulur. Zira top­lu­mu­mu­zun ana mal­ze­me­si­ni teş­kil eden ve ta­ri­hi­miz­den, ör­fü­müz­den, inan­cı­mız­dan ge­len ta­bii akış çiz­gi­si­nin de­va­mı olan te­miz yü­rek­li ve saf halk kit­le­le­ri, hu­kuk ve si­ya­set ilim­le­ri sa­ha­sı­na uzun za­man ya­ban­cı bı­ra­kıl­mışlar hatta ka­hir ek­se­ri­ye­t, ken­di­le­ri­nin na­sıl bir me­ka­niz­ma için­de yö­ne­ti­lip çev­ril­di­ğin­den bî­ha­berdir. Şöyle der Hocaefendi bir makalesinde:

 

“Bu bî­ça­re­ler, mev­cut ve me­r’î iç­ti­maî ve hu­ku­kî sis­te­min, ken­di­le­ri­ne ne gi­bi hak­lar ver­di­ği­ni, ne tür avan­taj­lar sağ­la­dı­ğı­nı bi­le bil­mez­ler. Bu yüz­den ken­di­le­ri­ni sa­vu­na­maz­lar, hak­la­rı­nı kul­la­na­maz­lar. Çok ke­re bir he­ye­can ti­ca­re­ti için­de ta­raf tut­muş ve art ni­yet­le­ri­ni bil­me­dik­le­ri ki­şi­le­ri ken­di­le­ri­ne ve­kil seç­miş­ler­dir. Yö­ne­ten­le­rin hak, sa­la­hi­yet ve gö­rev­le­ri­nin sı­nır­la­rı­nı da bil­mez­ler, on­la­rı ağa ve­ya pa­şa, kral ve­ya hü­küm­dar gi­bi gö­rür, “Lâ yüs’el” sa­nır­lar, bu yüz­den de et­ki­li bir şe­kil­de kon­trol al­tın­da tut­maz; zor­ba­lı­ğa, rüş­ve­te, il­ti­ma­sa, hak­sız­lı­ğa kar­şı çık­maz­lar.” [24]

 

Hocafendiye göre insanlar, Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin adaletli olmak emri üzere, her şeyi adaletle yapması ve hakkâniyete riayeti bir vecibe ve zorunluluktur. Ancak adalet terazisini sıkı kavramak emeli ile zulme teşebbüs tehlikesine düşülmemelidir. Hocaefendi şöyle der:

 

“Adaletle yapmalı da, zulmetmemeli de, çok kere de bağışlamalı... Hattâ geçen gün okuduğum bir hadis-i şerifte geçti; "Bir kulun ben hakkımı sonuna kadar alacağım diye çalışması, onun cimriliğini gösterir" diyor. Demek ki biraz da hakkından lütfen bağışlayacak karşı tarafa, sonuna kadar sıkıştırmayacak. Kul cömert olacak, müsamahalı olacak, ama zulmü hiç yapmayacak, haksızlığı hiç yapmayacak... Adaletle, hakkâniyetle hareket ederse iyi de, müslümanın biraz daha lütufkâr olması ve bağışlaması, hadis-i şeriflerde tavsiye ediliyor.[25]

"Sen adâletli iken mağlub olmayı, zâlim iken galip olmana tercih et!.. Zâlim durumda, zâlim sıfatında iken galip olmayı isteme; haklı ol da istersen mağlub ol!.. Haklı olduktan sonra mağlub olmayı, zâlim olup galip olmaya tercih et!.."[26]

Galibiyeti sağlarken de çok kere zâlimlik olur, baskı olur, haksızlık olur. "Hayır! Sen zâlim olup da galip geleceğine, haklı ol da mağlub ol!.."

 

Merhum Es’ad Coşan Hocaefendi adaletin tesisini liyakat sahiblerine gösterilecek ehemmiyete de bağlamaktadır. Görev ve sorumluluklar o iş sadedinde bilgi, birikim ve tecrübeye sahip olanlara verilmelidir. Aksi halde ada­le­tin sar­sıl­ır, ta­yin­le­rin adam ka­yır­ma yo­luy­la ya­pıl­dı­ğı za­man­lar­da ise ce­mi­yet yoz­laş­arak çök­me­ye baş­lar. Top­lum­la­rın ba­şa­rı­sı, yük­sel­me­si, kudreti, iktidarı gibi in­san­la­rın Al­lah in­din­de mak­bul kul ol­ma­sı, Al­lah’ın lüt­fu­na er­me­si, mü­kâ­fa­tı­na maz­har ol­ma­sı, te­yi­di­ne maz­har ol­ma­sı ada­let­le­dir. Al­lah’ın tev­fî­ki­nin in­san­dan çe­kil­me­si, ba­şı­nın be­la­la­ra gir­me­si, bur­nu­nun yer­ler­de sürt­me­si de ada­let­siz­lik­ten­dir, zu­lüm­den­dir, hak­sız­lık­tan­,[27] buna sebep olan ve sessiz kalanlar sebebiyledir. Yö­ne­tim­ler ve devletler an­cak ada­let te­me­li üze­rin­de pa­yi­dar olur diyen Hocaefendiye göre hak­sız­lık­lar ta­mir edil­mez­se, ye­ni ye­ni hak­sız­lık­la­ra yol açar; mil­le­tin dev­le­te, ka­nu­na iti­ma­dı ve say­gı­sı kal­maz, anar­şi baş­lar. Sos­yal pat­la­ma­lar dev­le­ti de tah­rip eder, mil­le­ti de çö­ker­tir. Kur­tu­luş hak­ka, ada­le­te dön­mek­te­dir.[28] Merhum Hocaefendi İslamın Temel Hususiyetleri adını taşıyan makalesinde buna delil olarak şu ayetleri göstermiştir:

 

“İslam, gıy­be­ti, de­di­ko­du­yu, laf ta­şı­ma­yı, in­san­la­rı bir­bi­ri­ne dü­şür­me­yi, ya­lan­cı­lı­ğı, hak­sız ka­zan­cı, al­dat­ma­yı, öl­çü ve tar­tı­da hi­le­kâr­lı­ğı, ce­mi­ye­tin prob­lem ve dert­le­ri­ne kar­şı la­kay­tlığı ve umur­sa­maz­lı­ğı hid­det­le red­de­der. Allah “Ey mü’min­ler! Al­lah için dü­rüst­lü­ğü ya­şa­tan, ada­let­le şa­hit­lik eden kim­se­ler olu­nuz. Bir top­lu­lu­ğa olan hın­cı­nız sa­kın si­zi ada­let­siz­li­ğe sev­ket­me­sin. Adil olun çün­kü bu, tak­va­ya (sa­mi­mi din­dar­lı­ğa) en uy­gun dav­ra­nış­tır...” buyurmaktadır.

 “Ey mü’min­ler! Hak­kı dü­rüst­lük­le uy­gu­la­yan ve Al­lah için doğ­ru şa­hit­lik ya­pan kim­se­ler olu­nuz. Ken­di şah­sı­nı­zın, ana-ba­ba­nı­zın ve ak­ra­ba­nı­zın aley­hi­ne de ol­sa ve şa­hit­lik ya­pı­lan zen­gin ve­ya fa­kir bu­lun­sa bi­le...” [29]

 

Bu sebeplerden, yani İslamın adalete verdiği yüksek paye ve mevki, müslümanların bu konudaki titizliklerinden ötürü İslamın hakiketiyle bilinmesinin önündeki bütün engeller kaldırılmalı, devletler bunu teşvik etmeli ve desteklemelidir. Zira:

 

“Aldatmaya ve zulme yasak getirmiş olan dinimizin serbest olması, öğretilmesi, benimsenmesi ve uygulanması lâzım! Devletin de buna yardımcı, kolaylaştırıcı olması lâzım!.Zira İslam Allah'tan korkan, sorumluluk duygusuna sahip, adaletle hareket eden, haram yemeyen, günaha meyletmeyen insanlar yetiştirir..” [30]

“İyi bir müs­lü­man doğ­ru­yu söy­ler, hak­tan ya­na olur, za­yıf da ol­sa hak­lı ola­nı tu­tar, des­tek­ler. Bu ona, Al­lah’ın em­ri­dir; ken­di­si­nin, an­ne ba­ba­sı­nın, ya­kın­la­rı­nın aley­hin­de bi­le ol­sa ada­let­li, in­saf­lı, hak­ka­ni­yet­li dav­ra­na­cak; özü, sö­zü, işi doğ­ru, gü­zel, mü­kem­mel in­san ola­cak­tır.”[31]

 

Değerli dinleyenler,

M. Es’ad Coşan Hocaefendi bir kimsenin işlediği suçtan ötürü onunla bağlantılı olanların da mahkum edilmesini doğru bulmaz. Suçun ve cezanın şahsiliği ilkesi ceza hukukunun en önemli ilkelerinden biridir. Suç kişiseldir, suçu isleyenden başkası bu suçtan ötürü cezalandırılamaz. Bu ilke suçlunun anne babası, kardeşleri, akrabaları ya da kimlik aidiyetiyle bağlı olduğu üçüncü kişilerin masumiyetini muhafaza eder. Bir kimlik, bir din, bir ulus, bir mezheb ya da bir fraksiyon müntesiplerinden birinin işlediği suçtan dolayi topluca suçlanamaz ve  cezalandırılamaz. Adalet ve kanunlar bu durumdan uzak kabul edilseler de vicdanların yanlış işlemesi sebebiyle bazen bir topluluk, kişiler yahut topluluklar nezdinde tamamı itibariyle töhmet altında bırakılır ve suçlu konumuna mahkum edilir. Hocaefendi şuçların şahsiliği prensibine dikkat çekerek şöyle der:

 

“Hukukta ‘suçların şahsiliği’ni hiç duymadınız mı? Birinin işlediği suçun kabahatini, başkaca ilgisiz, masum binlerce insana ve hele hele dine, imana, İslâm’a nasıl yükleyebilirsiniz? Daha muhakeme olmadan, birtakım kişi, kurum ve zümreleri nasıl ve ne hakla suçlayabilirsiniz? Sivas’ta şunlar öldürüldü diye Erzincan’da bunlardan intikam almaya nasıl vicdanınız elverir? Bunu nasıl mazur göstermeye çalışabilirsiniz?”[32]

 

Roma Hukuku modern hukukuğun temeli sayılır ve esaslarını Roma imparatorluğunun Hz. İsa’dan önceki devirlere dayandırır. Batı rönesans ile yeniden dirilirken, Roma hukukuna da canlılık vermiş ve onu hukuk isteminin temeli kabul etmiştir. Cumhuriyetle başlayan yeni hukuk düzenlemeleri çerçevesinde de Türk Hukukuna dahil edilmiştir. Merhum Hocaefendi dünya çağında sayısız şahitler kazanan çifte standart uygulamalarının kökenini Roma hukuku esaslı hukuk sistemlerine bağlamaktadır. Şöyle der, Batı uygarlığının merkezlerinden İngiltere’deki bir sohbetinde:

 

“Amerika'da haklar ve hürriyetler var, İngiltere'de haklar ve hürriyetler var, Almanya'da haklar ve hürriyetler var ama, kendileri için... Kendilerinin dışındakiler için değil. Kendilerinin dışındakilere bunları tanımıyorlar. Bu, Roma hukukundan beri Batı’nın hukuk anlayışıdır. Roma hukukunda bir vatandaşlar vardır, bir de vatandaş olmayanlar vardır. Vatandaş olmayanların hiç bir hakkı yoktur, onlara karşı durum başkadır. Yahudi inancında bir yahudiler vardır, bir de yahudi olmayanlar vardır. Yahudi olmayanların hakkı, hukuku yoktur. Avrupa hukuku da böyledir, kendileri için olan haklar ve hürriyetler, başkaları için yoktur. Onun için daimâ Avrupalının davranışında çifte standart görürsünüz.”[33]

 

Merhum M. Es’ad Coşan Hocaefendi yine batılı hukuk sistemlerini örnek göstererek bizim hukuk sistemimiz ile mukayese eder. Modern hukuk siistemleri olarak anayasalarından istifade ettiğimiz hemen bütün Batılı sistemlerin din unsurundan hali olmadığını ve hepsinin kendi dinleri ile irtibatlı olduğunu bir makalesinde şöyle bildirir:

 

“Dini, devlet, kanun, hükümet işlerinden ayırmak, dışlamak yok; aralarında anlaşırlarsa dinî hususları da kanun haline getirmişler. Mesela İsviçre hukuku bir hıristiyan hukuku, Almanya, Danimarka hukuku da öyle... Kanunlar halkın, papazların arzularına, fikirlerine aykırı değil, kilisenin aleyhtar olduğu bir kanun çıkarmak hemen hemen imkânsız. Evlenme, boşanma, doğum, ölüm, işlemleri... hep kilisenin elinde. Mesela Kardinal isterse bir hükümet değişir, bir bakan düşer, başlanan bir iş derhal durur.[34]

 

Ezi­len­le­rin ezil­mek­ten kur­tul­ma­sı­nı; sö­mü­rü­len­le­rin sö­mü­rü­le­ri­nin so­na er­me­si­ni; dün­ya­nın her ye­rin­de zul­mün ve zor­ba­lı­ğın kalk­ma­sı­nı; fa­kir­lik ve se­fa­le­tin ye­nil­me­si­ni; hu­zur ve re­fa­hın yay­gın­laş­tı­rıl­ma­sı­nı; her­ke­sin mut­lu ve bah­ti­yar ol­ma­sı­nı temenni ettiğini belirten Hocaefendi; müs­lü­man­la­rın, ina­nan­la­rın bir­leş­me­si­ni; ya­lan-yan­lış din ve inanç­la­rın bı­ra­kıl­ma­sı­nı istediğini söyler. Bu emellerin gerçekleşebilmesi için öne sürdüğü 15 maddeden müteşekkil çözüm önerilerinin 9.cusunda ümmetin ihtilaflarına dikkat çekerek, birlik ve beraberliğin tesisinde adaletin gerekliliğine vurgu yapar. Ona gore Üm­met ara­sın­da­ki ih­ti­laf­la­rı sulh yo­luy­la çö­ze­cek bir İs­lâm Ada­let Di­va­nı ku­rul­ma­sı [35] birliğin kurulmasında son derece mühimdir. Doğu halklarının modernleşme çabaları çerçevesinde hukuk sisitemlerini yenilemek gayesiyle mesned aradıkları batılı hukuk sistemlerinin aranılan hedef olamayacağını Hocaefendi yine çeşitli mukayeseler ile dile getiriyor:

 

“İsveç sosyal adaletin devlet gücüyle tahakkuk ettirildiği ülke. Herkesin maaşı var, çalışmasa bile maaş alıyor. Herkesin sağlık işleri halledilmiş; hastahanesi, ilacı, her şey bedava... Okutulması ve saire devlete ait. Yediği önünde, yemediği ardında, her şeyi hazır; dünyada en çok intihar olan ülkelerden birisi İsveçmiş. Cinsel bakımdan çok serbestlik var ama en çok cinsel suçların işlendiği ülke İsveçmiş. E niye suç işliyorsun, her şey serbest?.. Olmuyor işte…”[36]

“İslâm’sız halklar arasında adalet ve hakkaniyet sağlanamaz; İslâm’sız zulüm ve istismar, aldatma ve sömürme önlenemez; İslâm’sız devlet çarkı doğru düzgün döndürülemez; İslâm’sız halka gerçek hizmet götürülmez.”[37]

 

Merhum Es’ad Coşan Hocaefendi her tür­lü mu­zır işi nef­si­ne düş­kün ve şey­ta­na esir in­san­ların üret­mek­te ve bes­le­mek­te olduğu uyarısını yapmaktadır. Ka­nu­nî ya­sak­lar bu ko­nu­da ki­fa­yet­siz kal­mak­ta­dır. İşin asıl kay­na­ğı, ha­ki­kî ima­nın, gü­zel ah­lâ­kın, ta­sav­vuf ha­ya­tı­nın, ne­fis mü­ca­he­de­si­nin, Al­lah kor­ku­su­nun, me­su­li­yet duy­gu­su­nun yok­lu­ğu­dur.[38] Kâ­ina­tın ila­hî ka­nun­la­rı­na ters tu­tum­la mu­vaf­fa­ki­yet müm­kün de­ğil­dir diyen merhum Es’ad Coşan Hocaefendi, ilahi kanunu hükümran kılacak, insanlara hakiki adaleti ulaştıracak, adalet timsali müslümanları adaletli olunması noktasında sürekli teşvik etmiştir.

 

“Kâ­ina­tın ila­hî ka­nun­la­rı­na ters tu­tum­la mu­vaf­fa­ki­yet müm­kün de­ğil­dir” diyen Es’ad Coşan Hocaefendi, ilahi kanunu hükümran kılmanın adaletsizliğin yol açtığı bütün karışıklıklara, sosyal adaletsizliğe, insanlar ve milletler arası anlaşmazlıklara son verececeğine inanmaktadır. Ona göre İslamın özüne dönmek ve onun adli mekanizmalarının doğru anlaşılıp modern adalet ve hukuk düşüncesine kaynaklık etmesi çifte standartın, şahsi yorum ve uygulamaların, keyfi karar ve tercihlerin önünün alınmasını temin edecektir. Adalet ve adil oluş bir kuruma mahsus ve hasredilmiş bir nitelik değildir. Bireyler de görüş, fikir, fiil  ve tercihlerinden başlamak üzere adaleti hissetmek ve yaşanılır kılmak mecburiyetindedirler. Bununla kalmayıp İslamın iyiliği emretmek kötülükten sakındırmak emrine tabi olarak hak ve hukuk anlayışlarını yaygınlaştırmak durumundadırlar. Haksızlığa maruz kalanların bizzat kendilerinin bir hürriyet ihsanını beklemeden kendi çaba ve çalışmaları ile haklarını acze düşmeden seferber etmelidirler. Zira şairin dediği gibi “Ketm olunur aciz olanın hakk-ı sarihi.” Bu sebeple merhum ve mağfur M. Es’ad Coşan (Rahmetullahi aleyh) Hocaefendi bir şairin,

“Ra­hât is­ter nefs, mih­net­dir ibâ­det ser te ser,

Terk-i ra­hât rağ­bet-i mih­net kı­lan müm­tâz olur” dediği gibi, hayatı boyunca, insanlara hakiki adaleti ulaştıracak, adalet timsali müslümanları, olabildiğince tez sorumluluk almaya davet etmiştir.

Ruhu şad, makamı firdevsi âla olsun.



[1] Baş Makaleler- 1, s. 102

[2] Baş Makaleler- 1, s. 104

[3] Baş Makaleler- 1, s. 19.

[4] Baş Makaleler- 1, s. 42-43

[5] İdeal Yol, İslamın Temel Hususiyetleri

[6] Baş Makaleler- 1, s. 213

[7] 27.03.1998 - Mekke

[8] Baş Makaleler- 1, s. 19.

[9] 3.1.1991 – Avustralya - Melbourne

[10] Baş Makaleler-  1, s. 209

[11] Baş Makaleler-  1, s. 56

[12] Baş Makaleler- 2, Seçimlerdeki Mühim Görevimiz

[13] Baş Makaleler- 2, Yaralıyım Yaralıyım Yaralı

[14] 3 Kasım 1993 - Ankara

[15] 13.06.1997 - Almanya

[16] Baş Makaleler- 1, s. 150

[17] 3 Kasım 1993 - Ankara

[18] Baş Makaleler-  2,  Sünni-Alevi İhtilafları Nasıl Çözülebilir?

[19] Baş Makaleler-. 1, s. 74

[20] Baş Makaleler-  1, s. 74

[21] Baş Makaleler- 2, Yaralıyım Yaralıyım Yaralı

[22] Baş Makaleler- 3, Gerçekçi Olmak, Batılı Terk Etmek

[23] Baş Makaleler- 2, Yaralıyım Yaralıyım Yaralı

[24] Baş Makaleler-  3, Halk ve Devlet

[25] 21.11.1997 - Almanya

[26] 14 Nisan 1994 - Bakırköy

[27] Baş Makaleler- 1, s. 151

[28] Baş Makaleler- 1, s. 110

[29] İdeal Yol, İslamın Temel Hususiyetleri

[30] 07.11.1997 - Almanya

[31] Baş Makaleler-  1, s. 208

[32] Baş Makaleler- 2, Başbağlar Katliamı

[33] 29.08.1997 - İngiltere

[34] Baş Makaleler-  2, Gölge Etme…

[35] Baş Makaleler-  3, Ümmet ve Milletimizin İstikbali İçin….

[36] 28.12.1994  Ausralya - Victoria

[37] Baş Makaleler- 2, Gerçek İslamsız Başaramazsınız 

[38] Baş Makaleler-  1, Bal Bal Demekle…