‘Yiyecekler bozuldu kanserli sayısı arttı’
Son Güncelleme: 21 KASIM 2016 - TSİ 10:36
Gıda sektöründe yaşanan değişimlerin son 20 yılda Türkiye’deki kanser oranlarını artırdığını söyleyen Yrd. Doç. Dr. Yavuz Dizdar, “1995’te Okmeydanı SSK ve Cerrahpaşa’da yılda 3 bin hasta için dosya açılırken, bu rakam günümüzde 8 bin civarına çıktı” diyor
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü’nden Yrd. Doç. Dr. Yavuz Dizdar; kanserdeki artışın katkı maddeli gıda ürünlerinden kaynaklandığını, ilaç sanayisinin de kapital çark içerisinde dürüst davranmadığı görüşünde. “Türkiye’deki kanser oranı son 15 yılda yüzde 200 arttı. 1995’te Okmeydanı SSK ve Cerrahpaşa’da yılda 3 bin hasta için dosya açılırken, bu rakam günümüzde 8 bine çıktı” diyen Dizdar, akciğer, tiroid, meme kanseri ve lenfomada patlama yaşandığını belirtiyor.
Dr. Dizdar, kanserdeki artışın nedenlerini şöyle sıralıyor: “Sigaranın akciğer ve mesane kanserine, radyasyonun ise kemik iliği, lösemi ve sarkomlara neden olduğu biliniyor. Aşırı işlemden geçirilerek değer kaybeden süt ve yoğurt gibi gıdalar, piliç ve yumurta gibi yeme dayalı et üretimleri ve elbette derinliğini bilemediğimiz tarım ilaçları kanseri etkiliyor. En büyük sorunların başında GDO’lar, tarım ilaçları ve hormonlar geliyor. Tarım ilaçlarıyla bulaşık beslendiğimiz, hatta anne sütü ile çocuklara geçtiği bir gerçek. İnsan yağ dokularında yapılan araştırmalar sonucunda tarım ilacına maruz kalındığına dair kanıtlar ortaya çıkarıldı. Kimin elinde ne kadar DDT maddesi var belli değil.”
GDO’lu et üretimi
Dizdar’ın hayvansal ürünlerle ilgili çekinceleri ise şöyle; “Besicilik, beyaz et ve süt ürünlerinde entegre üretim söz konusu. Kırmızı etin entegre tesislerdeki üretimini görmüyoruz. Hormon yasaklı madde, ancak ne kadar riayet ediliyor bilmiyoruz. Denetim mekanizmaları ne kadar çalışıyor büyük soru işareti. Piyasada tavuk niyetine satılan bütün ürünler 40 günlük civciv irileri. Doğal beslenen bir civciv 40 günde yumruk büyüklüğünün ötesine geçemediği gibi, 6 aydan önce kesim aşamasına gelmez. Mevcut üretim biçimi dünyada 4 şirket tarafından tedarik edilen GDO’lu yeme dayalı entegre bir sistem. Bu üretimde protein kaynağı olarak GDO’lu soya kullanılıyor. Hayvanların büyümesi için gereken maddeler ise bioteknolojik yöntemlerle bakteri tanklarından elde ediliyor. GDO’lu yemler daha hızlı bir üretim için tercih ediliyor. GDO da kanseri tetikleyen etkenlerden.
Sentetik tohumlar
Et ve sebzelerin içeriğinin bozulduğunu söyleyen Dizdar, “İçerik bozulması kanser türlerindeki artışı tetikliyor. Sera ortamında normalin 4-5 katı hızlı üretim yapılıyor. Tohumların büyük kısmını ABD, İsrail ve Hollanda’dan alıyoruz. 2006’da çıkarılan tohum yasası, tarımdaki dengeleri alt üst etti. Sertifikasız atalık tohumların ticari olarak el değiştirmesi yasaklandı. Yarı sentetik tohumlar hayatımıza girdi. O tohumla birlikte, özel ilaçlar da satın almanız gerekiyor. Peki tohum ve beraberinde satılan ilaçların sağlığa etkileri gerçekten araştırılıyor mu?” diye konuştu.
‘Çözüm bulunması sektöre darbe olur’
Dizdar’ın ‘Kanser ilaçları hastalığa çare oluyor mu’ sorusuna yanıtı ise şu şekilde; “İlaç endüstrisi 90’larda birleşme dönemi yaşadı. Biz bu birleşmeyi maliyetlerin azaltılması olarak görüyorduk. Ancak zamanla işin rengi değişmeye başladı. Kanser ilaçlarının hiçbirinin hastanın yaşam süresinin üzerine kuş kondurmadığı ortaya çıktı. Kanser ilaçları çok pahalı ve bu hastalığa çözüm bulunması büyük bir sektörün dibe vurması anlamına gelecek. Kimi zaman 400-500 bin euro’luk faturalar ortaya çıkıyor.
Birçok ilaç firması rakip gibi görünse de kendi içinde paslaşma halinde. Bazı doktorları da bu işlerin içine çekerek, ilaçları pazarlamaya çalışıyorlar. Kemoterapi 1950’lerde ABD’de deneye yanıla bulundu. Yanlış doz ve kürlerdeki tedavilerin çok ciddi sonuçları olabilir ve hastayı ölüme kadar sürükleyebilir. Tümörü küçültmek için uygulanan kemoterapi tedavisi bazı durumlarda tümörleri küçültemediği gibi hastanın da ağır ilaçları kaldıramaması sonucu günden güne kötüleşmesine neden olabiliyor. Kemoterapinin etkili olduğu vakalar da var. Ancak doktorların hastalarını dinlemesi, eğer ki ilaç tedavisi işe yaramıyorsa ve hastayı daha da kötü duruma sokuyorsa tedavi stratejisini değiştirmesi gerekli. Maalesef Türkiye’deki mevcut akademik yapı yeniliğe kapalı. Bu da birçok hastanın mağduriyeti anlamına geliyor.”
Milliyet