Ramazanın son günleri ve itikâf
Son Güncelleme: 1 HAZİRAN 2018 - TSİ 11:46
İlim, fikir ve gönül önderi Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi’nin Ramazan ayının son günlerini değerlendirme ve itikâf ibadetiyle ilgili sohbetini istifadenize sunuyoruz:
Allahu Teâlâ hazretleri Ramazan’ın bütün güzelliklerinden hissedâr eylesin, payınızı bol bol ihsân eylesin... Feyziniz çok olsun, Allah’ın rahmetine erin, dünyanız, âhiretiniz mâmur olsun...
(Ramazan’ın yarısını tamamladık).Edebiyatçıların dediği gibi, günler rüzgar gibi geçiyor. Tabii ömür de öyle olacak. Allah uzun ömür versin ama ne kadar uzun olsa; “Kıvrılır uzar fakat daire olmaz bu hat.” dediği gibi şairin, bir zaman bitecek. Onun için hazırlıklı olmak lazım!..
Sanman ki felek devr ile şâmı seher eyler,
Her vâkıanın âkıbetinden haber eyler.
“Gece ile gündüzün peşpeşe gelmesi, akşamdan sonra sabah, sabahtan sonra akşamın olması, sadece basit bir olay, bir dönüş değil; her işin sonunu anlatıyor bize...” diyor şair.
Tabii her işin sonu, hayat imtihanının da sonu gelecek. Allah hüsn-ü hâtime nasip eylesin...
وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ
Ve’l-âkıbetüli’l-müttakîn.
Müttaki kul olarak yaşayıp hüsn-ü hâtimeler ile âhirete göçmeyi nasip eylesin Mevlâmız... Hayırlı, uzun ömür versin... Faydalı işler yapmak nasip etsin... Güzel eserler bırakmak nasip etsin... Dilerim hepinize Allahu Teâlâ hazretleri çok çok, uzun uzun ömürler ihsân eylesin... Salih ameller işlemeyi nasip eylesin...
Sevilen bir şeyden ayrılınca, insan üzülüyor. İnsana mahzunluk çöküyor. Yarısından çoğu gitmiş.” diye bir hesap yapılıyor, insanın içi cızz ediyor. Böyle bir üzülme oluyor. Allahu Teâlâ hazretleri, Ramazan’dan istifade eden kullarından eylesin...
Biliyorsunuz Ramazan, bir zaman bölümü, bir ay; gündüzlü, geceli, yirmi dokuz, otuz günlük bir zaman parçası ama herkes için değil. Ramazan’dan istifade etmek isteyenler için, Ramazan’dan istifadeye çalışanlar için bu... Allah istifadeye çalışanlardan ve istifade edenlerden eylesin...
Ramazan’ın başı rahmettir; Allah’ın acımasıdır, merhametidir, kullarına affediciliğiyle, rahmetiyle tecelli etmesidir. Ortası mağfirettir. Çünkü oruç tuttu, teravih kıldı, göz yaşı döktü, Kur’ân-ı Kerîm okudu, yalvardı, yakardı... O yapılan ibadetlerin faydası, sevabı, tesiri birikti. Peygamber Efendimiz, Ramazan ayı için “Ortası mağfirettir.” diyor. İnşaallah mağfiretine hepimiz ereriz. Allahu Teâlâ hazretleri hepinizi, hepimizi mağfiretine erdirsin.
Mağfiret ne demek?
Kulların affedilmesi, bağışlanmak demek.
İnsan bağışlanmayı talep edebilir de, “Şu şöyle olsun!” dilekçe verir de, dilekçesi kabul olacak mı, olmayacak mı?.. “Affet beni Allah’ım, ben suçluydum, suç işlemiştim...” der de, bakalım affedecek mi, affetmeyecek mi?..
Peygamber Efendimiz; “Başı rahmettir, ortası mağfirettir.” diyor. Allah, başında kullara rahmet eder, merhamet eder, acır. Kul da güzel kulluğunu ortaya koya koya, Allah’ın mağfiretine mazhar olur.
Ramazan’ın sonu nedir?
Sonu, kesin sonuç cehennemden âzat olmaktır. Cehenneme düşmeyip, ceza çekmeyip, azap görmeyip, cayır cayır yanmayıp cennete girmektir. Ne güzel!.. Allahu Teâlâ hazretleri hepimizi mağfiretine erdirsin ve cehennemden lütfuyla, keremiyle âzat ettiği, bi-gayri hisâb ve ikâb ve azâb; ikaba, azaba, cezaya mâruz kalmadan doğrudan doğruya cennetine giren kullarından eylesin...
Bunu cân u gönülden temenni ediyoruz. Gözyaşıyla, kalbimizin titremesiyle, Allahu Teâlâ hazretlerinin lütfundan, kereminden niyaz ediyoruz. Liyakatimiz olmadığını bildiğimiz halde, O’nun rahmeti geniş olduğundan rahmetinden diliyoruz.
Tabii böyle apansız geçen şeyler, şairin dediği gibi, her şeyin acele edilmesi, zamanında değerlendirilmesi gerektiğini bize hatırlatıyor. Demir tavında dövülür. Yani demir ısınır ısınır, kıpkırmızı olur; o zaman çekiçle dövülüp şekil verilir. Yoksa soğukken demir dövülse şekil verilir mi?.. Verilmez. Tavına geldiği zaman yapılır. Her şeyin zamanını bilmek, fırsatı kaçırmamak lazım!..
Peygamber Efendimiz;
عجلوا بالتوبة قبل الموت
Accilû bi’t-tevbeti kable’l-mevt. “Ölüm gelivermeden önce tevbenizi çabuk yapın.” buyurmuş.
Ölüm ne zaman gelecek?
Onu hiç bilmiyoruz. Apansız geliverir, gelebilir. Allah uzak eylesin, gafil yakalanmamayı nasip eylesin... Ölüme hazırlıklı olmayı nasip eylesin... Ama birden geliverir diye, tevbeyi çabuk yapmak lazım!..
Ramazan’ın on sekizi gitti, ötekisi de gidebilir. Onun için biraz daha gayret etmek, biraz daha sıkı çalışmak, biraz daha koşturmak lazım! Yarışın, koşunun yarısından fazlası devam etti. Belki idman yapanları, koşanları takip etmişsinizdir. Belki bedeniniz sağlamlaşsın, gelişsin diye, sizin de idmanlarınız vardır, çalışmalarınız vardır. Yarışın sonuna doğru hızlarını arttırırlar; uzun koşularda kendisini ilk başta yormasa bile, yavaş yavaş en sonuna doğru artık hızı arttırırlar.
Temenni ediyoruz, Allah size de gayret, kuvvet versin... Yarışın sonuna doğru bir canlılık versin... Daha güzel kulluk, daha güzel ibadetler yapmayı nasip eylesin... Artık tecrübe de kazandınız. Cenâb-ı Hakk’a nasıl ihlâsla kulluk yapılıyormuş oruçla gördünüz, teravihle gördünüz, gece ibadetleriyle gördünüz. Camilerdeki nûrâniyet, o mükemmel ruhânî hava tabii tesir etti, tecrübeniz arttı. Ona göre Allahu Teâlâ hazretleri, Ramazan’ın son on gününü güzel geçirmeyi nasip etsin...
Size önceden güzel şeyleri haber veriyoruz. “Önümüzde şöyle olacak, aman dikkat edin, fırsatı kaçırmayın!” diye âdetimiz bu, gayretimiz bu... Size faydalı olmaya çalışıyoruz, hizmet etmeye çalışıyoruz. Âcizâne, nâçizâne hizmetçiniziz, bendeniziz...
itikâf nedir?
itikâfı size hatırlatmalıyız. Biliyorsunuz Peygamber Efendimiz, Ramazan’ın son on gününü yani yirmisinden sonraki günlerini itikâfla geçirirdi.
O son on güne, el-aşrü’l-evâhir denilir. Ramazan’ın sonunda olan son on anlamında... Ayı üçe ayırırlar; ilk on, ikinci on, üçüncü on. Üçüncü ona el-aşrü’l-evâhir denilir. Aşr, on demektir. Peygamber Efendimiz son on günde itikâfa girerdi. Bu sahih hadîs-i şerîflerde kesin olarak beyan edilmiş,
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in kuvvetli bir sünnetidir.
Hz. Aişe anamız, vâlidemiz radıyallahu anhâ rivayet eylemiş. Allah şefaatine nâil eylesin, buyurmuş ki;
أن النبي صلى الله عليه وسلم كَانَ يَعْتَكِفُ الْعَشْرَ الأَوَاخِرَ مِنْ رَمَضَانَ حَتَّى تَوَفَّاهُ اللَّهُ عز و جل ثُمَّ اعْتَكَفَ أَزْوَاجُهُ مِنْ بَعْدِهِ.
Enne’n-nebiyye sallallahu aleyhi ve sellem, kâne ya’tekifü’l-aşre’l-evâhire min ramazân, hattâ teveffâhullâhu teâlâ, sümme a’tekefe ezvâcühû min ba’dihî.
“Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Ramazan’ın son on gününde âdetiydi, itikâf ederdi.”
Ne zamana kadar?
Hattâ teveffâhullâhu teâlâ. “Aziz ve celil olan Allahu Teâlâ hazretleri, onun ömrünü bitirinceye, ruhunu kabzedinceye, huzuruna alıncaya, ahirete irtihâl edinceye, vefat edinceye kadar Efendimiz itikâf ederdi.”
Sonra bir güzel cümle var, hadîs-i şerîfin arkasında, Aişe anamızın ifadesi;
Sümme a’tekefe ezvâcühû min ba’dihî. “O âhirete irtihal ettikten sonra zevceleri itikâfa devam ettiler.” diyor.
Başkalarından bahseder gibi konuşuyor ama tabii kendisi de itikâf ederdi. Zaten Peygamber Efendimiz hayatındayken, bir keresinde mescide bir girdi, baktı ki mescidin orasında, burasında çadırcıklar kurulmuş...
“Bunlar ne?” dedi.
“Valideler itikâfa niyetlenmişler, mescidin içinde çadır kurmuşlar, bölme ayırmışlar; itikâf edecekler.” dediler.
Peygamber Efendimiz o zaman girmedi itikâfa, o sene Şevval’de girdi. Peygamberimiz’in hayatı zamanında da hanımları zaten itikâfa girerlerdi. Aişe anamız, “Bu güzel âdeti Peygamber Efendimiz’den sonra devam ettirdiler.” demek istiyor.
İtikâfla ilgili ikinci hadîs-i şerîf, Buhârî’de kaydedilmiş. Ashâb-ı suffeden, mescidin müdâvimlerinden, kayıtlı mevcutlarından, Ebû Hüreyre radıyallahu anh rivayet etmiş.
كان النبي صلى الله عليه وسلم يَعتكفُ في كل رمضانَ عشرةَ أيَّامٍ ، فلما كان العامُ الذي قُبِضَ فيه اعتكف عشرين يوما
Kâne’n-nebiyyü sallallahu aleyhi ve sellem, ya’tekifu fî külli ramazâne aşerete eyyâm. Fe-lemmâ kâne’l-âmü’llezî kubida fîhi, a’tekefe işrîne yevmen.
“Peygamber Efendimiz her Ramazan on gün itikâfa girerdi.” diye rivâyet buyuruyor. Arkasından bir başka cümle var, oradan da ikinci bir bilgi kazanıyoruz;
Fe-lemmâ kâne’l-âmüllezî kubida fîhi. “Vefatının vukû bulduğu sene gelince. “A’tekefe işrîne yevmen. “O zaman yirmi gün itikâf etti.”
Peygamber Efendimiz, son senesinde yirmi gün itikâf eylemiş. Allahu Teâlâ hazretleri şefaatine nâil eylesin...
İtikâf, a-ke-fe kökünden geliyor. Bir şey üzerine durmak, devam etmek mânasına geliyor. Kur’ân-ı Kerîm’de anlatıldığına göre, Musa aleyhisselam kavmiyle Firavun’dan kurtulup bir beldeye geldi. Baktı ki o beldenin ahalisi...
يَعْكُفُونَ عَلَى أَصْنَامٍ لَهُمْ
Ye’küfûne alâ asnâmin lehü.m “Kendilerine ait, elleriyle yaptıkları zavallı putçuklarına tapıyorlar.” Yani abede, ibadet ediyorlar mânasına geliyor.
Kur’ân-ı Kerîm’de ve’l-âkifîn diye de geçiyor. Bir yerde ibadet niyetiyle, ibadet maksadıyla beklemek, bir şeyin üzerinde durmak, devam etmek mânasına geliyor.
İtikâf, Ramazan’ın son on gününde sünnettir. Buhârî’den, sahih kaynaklardan, Riyâzü’s-sâlihîn’den okudum. Görüldüğü üzere Peygamber Efendimiz hiç bırakmamış. En son senesinde de yirmi gün yapmış. İlle son gün olacak diye bir şey yok, önceden de olabilir. İtikâf kuvvetli bir sünnettir, âşikâr bir sünnettir.
Bir de bu sünnetin bir özelliği var; sünnet-i kifâye derler buna. O kadar kuvvetlidir ki yapılmazsa bir beldenin bütün ahalisi sorumlu olur. Diyelim ki taşrada bir kasaba, bir nahiye, bir bucak, bir köy ve hiç kimse itikâfa girmemiş. O zaman bütün belde halkı sorumlu olur. “Resûlullah’ın bu müekked, bu kuvvetli sünnetini niye yapmadınız Ramazan’da!” diye hepsi sorumlu olur.
Ama bir kaç tane, bir tane de olsa ibadet âşıklısı çıkar, itikâf ederse, öteki yapmayanlardan bu borç, cezalandırma durumu “Hiç olmazsa beldeden bir tanesi çıkmış, orada itikâf ediyor.” diye böylece kalkmış olur. Bir itikâf eden insanın beldeye faydası oluyor. Böyle bir özelliği var, sünnet-i kifâye derler.
Meselâ cenaze namazı, farz-ı kifâye... Farz ama “Peki benim haberim olmadı. Adam ölmüş, ben başka yerdeydim. Eyvah farzmış, ben suçlu muyum?..”
Hayır! Duyanlara ve o vazifeyi yapacak kimselere onu yapmak farz ama hiç kimse yapmazsa herkes sorumlu olur. Bir kaç kişi yapar da vazifeyi yerine getirirse, ötekilerden de sorumluluk kalkar.
Ona farz-ı kifâye deniliyor, bu da sünnet-i kifâye... Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Ramazan’ın son on gününde, ömründe her zaman itikâf eylemiş. Peygamber Efendimiz’den sonra da ashâb-ı kirâmı, ezvâc-ı tahirât validelerimiz bu vazifeye devam etmişlerdir.
İtikâf yapmanızı tavsiye ediyorum. Durumunuz müsait ise, cemaatle namaz kılınan, cuma namazı kılınan, ezan okunup müezzini olan, imamı olan bir camide itikâfa girebilirsiniz.
Kadınlar da girer erkekler de girer. Büyükler de girer küçükler de girer. Henüz temyiz kâbiliyeti kendisinde yeni mevcut olan çocukların dahi itikâfı sahihtir. Allah’a hamd ü senâlar olsun.
“Bazı genç, küçük çocuklar oluyor, babalarının yanında onlar da itikâf edebiliyorlar. Olur mu?”
Olur.
“Kadının itikâfı?..”
O da olur.
“Kadın mescitte itikâf ederse hocam, gecesi var, gündüzü var. Dışarı çıkıp abdest alacak, nasıl olacak?”
Evet, mescitte değil de, kadınlar daha ziyade evlerinde itikâfa girerler. Evlerinin bir odasını mescit edinirler, “Burası benim mescidim olsun...” derler, orada itikâf ederler. İtikâfın şartlarını orada yerine getirerek, ibadetleri orada yaparak, onlar da itikâf sevabını alabilirler.
Erkekler cuma namazı kılınan, beş vakit namaz kılınan bir camide itikâf eder.
“Cuma namazı kılınmayan bir cami olsa hocam?”
Şimdi artık her camide kılınıyor da kılınmayan camiler olabiliyor. Meselâ benim gençliğimde, hatırlıyorum, civarımızdaki köylerden bizim köye cuma namazı kılmaya gelirlerdi. Çok özen gösterirlerdi. Herkes atına biner vs... Çünkü her köyde cuma namazı kılınmazdı.
“Cuma namazı kılınmayan ama beş vakit namaz kılınan bir camide itikâf olur mu?”
Olur. Olur da cuma namazı için kalkıp yine cuma kılınan yere gitmesi lazım gelir.
İtikâf nasıl geçer, itikâf nasıl bir ibadettir?
İtikâf, Allah’a yoğun bir ibadet şeklidir. Artık eve de gitmiyorsunuz, dünyevî işlerle de meşgul olmuyorsunuz, eşinizle de meşgul olmuyorsunuz.
İtikâfta ne yapacak?
Yoğun olarak kendisini Allah’a ibadete verecek. Zihnini derleyecek toplayacak, Kur’an okuyacak...
Tabii mescitlerin en güzelini, en büyüğünü seçmeye çalışmak lazım! En sevaplı mescit hangisidir? En sevaplı mescit, Mekke-i Mükerreme’deki Mescid-i Haram’dır. Bazı kimseler eğer Mekke’ye gidebilmişse, son on günü orada caminin içinde yatıp kalkarak, eve gitmeden itikâf yapabilecekse, en sevaplı odur.
Sonra Medine’deki Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in mescidi, Mescid-i Nebevî... Sonra Kudüs’teki Mescid-i Aksâ... Sonra camisi büyük, cemaati çok olan yerlerde itikâf yapacak.
İtikâfta ne yapacak? Dünya kelâmı, insanlarla sohbet vs. mâlayânî konuşma yapmayacak. Hayırlı sözden başka söz söylemeyecek. Kur’an okuyacak, hadis okuyacak. Öğrenebilir, öğretebilir, öğretmen olabilir. Talebenin birisi;
“Hocam, ben itikâfa girmek istiyorum ama çocuklara da Kur’an öğretiyordum. Hangisini yapayım?” diye bana sordu. Ben de ona takıldım;
“Bana bak, sen niye iki ibadeti karşı karşıya getiriyorsun, birbiriyle çatıştırıyorsun? Hem itikâfa gir hem de itikâftayken çocuklar yine camiye gelsinler... Sen onlara Kur’an okutmaya devam et. Katmerli sevap olsun! Ekmek kadayıfının üstüne kaymak konulmuş gibi tatlı olsun!” diye latife ettim.
İnsan itikâfta ilim de öğretebilir, ilim de öğrenebilir. Peygamber Efendimiz’in hayatı, sîreti, peygamberlerin ahlâkı olabilir. Kendisi eline kalemi alır makale yazar, kitap yazar vs... Günah yapmamaya, boş vakit geçirmemeye, zamanı israf etmemeye dikkat eder.
Böyle bir itikâfı tavsiye ediyoruz. İtikâf yaparsanız, sünneti yerine getirmiş olursunuz; bir de beldenizdeki itikâf yapmayan müslümanları da kurtarmış olursunuz. Çünkü sünnet-i kifâye, yapmayınca onlar da sorumlu olacaktı. Siz yapınca onlar da kurtuluyor.
***
Kabul eden ve giren kardeşlerimize Allah büyük feyizler ihsân eylesin. Allahu Teâlâ hazretleri feyizlerini çok eylesin. Kalplerini pürnûr eylesin. Kalplerindeki pası, kirleri, mânevî lekeleri temizlesin, gönülleri pürnûr olsun. Zihinleri aydın olsun, imanları kavî olsun. Aşkullah, muhabbetullah, mârifetullah sahibi olsunlar... Allah’ı seven, Allah’ı bilen, Allah’a güzel kulluk eden kullar olsunlar. Bu halvetle, bu itikâfla o noktalara ulaşsınlar.
Allahu Teâlâ hazretleri cümlemize ve cümlenize her türlü sevdiği, razı olduğu güzel işleri yapmayı öğretsin. Onları yapmaya bizi muvaffak etsin.
اللهم أرنا الحق حقا وألهمنا اتباعه
Allahümme erine’l-hakka hakkan ve elhimna’ttibâah.
“Yâ Rabbi! Bize hakkı hak olarak göster, gördükten sonra da uymayı nasip et!”
Bazı insanlar hakkı, güzeli görür de yapmaz veya yapmaya gücü yetmiyor veya şeytan çelmeliyor. Bilmek yeterli değil. İslâm’da bilmek bir meziyet ama başlı başına bir meziyet değil. Bilmek uygulamak içindir. Bilecek, bildiğini uygulayacak. Bilecek, ondan sonra ilmiyle âmil olacak, ilmini uygulayacak! Sadece bilmek laf ebeliği oluyor, kuru kalabalık oluyor. Kitap hamallığı gibi oluyor. Elinde veya sırtında yük olarak değil, zihninde taşıyor ama üzerinde görünmüyor, tesiri yok... Öyle olmaz! “Yâ Rabbi! Bize hakkı hak olarak görüp uymayı nasip eyle!..”
وأرنا الباطل باطلا وألهمنا اجتنابه
Ve erine’l-bâtıle bâtılen ve elhimna’ctinâbeh.
“Batılın, boşun, yanlışın, zararlının, kötünün de öyle olduğunu görüp ondan sakınmayı bize nasip et yâ Rabbi!..”
“Bize tevfîkini refik et de iyi kulun olalım, iyi şeyleri yapabilelim, kötü şeylerden de sakınabilelim yâ Rabbi!”
Bu dua Efendimiz’dendir.
Allahu Teâlâ hazretleri bize hakkı ve hayrı işletsin, şerden, kötülüklerden, zararlardan, hatalardan, isyanlardan, nisyanlardan, günahlardan bizi uzak eylesin. Şu feyiz ve bereket mevsimi olan Ramazan’ı güzel geçirmeyi nasip eylesin. Şeytana uymamayı, haramlardan uzak durmayı, orucu hakkıyla tutmayı, sevapları çok kazanmayı, affına, mağfiretine erip cehennemden âzat olmayı cümlemize nasip eylesin... Nice nice güzel günlere, Ramazanlar’a, kandillere sıhhat afiyetle, sevdiklerinizle beraber erişin. Hem dünyada hem âhirette aziz ve bahtiyar olun.
16. 01. 1998 - Sydney / Avustralya
mecmerkezi.org