11 Cemaziyelahir 1446 | 13 Aralık 2024 Cuma

CANLI DİNLECANLI DİNLE

Güncel

Ana Sayfa Haber Güncel

Rezan Evliyagil: Namaz benim imdadıma yetişti

Son Güncelleme: 8 KASIM 2013 - TSİ 10:36

 

 

Röportajın seslendirilmiş halini dinlemek için tıklayınız

“Yıllar geçtikçe namaz kıldığım anlarda duyduğum huzur ve sükûnet, haz ve mutluluk açıkça ve şiddetle elle tutulur gibi belirdi. Bu arada başımın açıklığı beni rahatsız etmeye, namaza durunca utanmaya başlamıştım.”

“Evimizin ‘Bir kuş yuvası kadar’ olan odasını ibadet için ayırırken, ‘Evimizin bir köşesini adeta bir mescit hükmüne getirmeliyiz’, ‘Mü'minin evi bir nevi cennetidir’ hadisi şeriflerinin tecellisine mazhar olmayı ümit ettim.”

“Genç kızlara, ileride pişmanlık duymamaları için İslam'ı yaşamalarını tavsiye ederim. Allah (cc)'ın emrine, İslâmî ölçülere uyarak şahsiyetlerini muhafaza ederek yüksek tahsil yapmağa gayret etmelidirler.”

“Kıymetli Hocamız Es'ad Coşan Efendi Hazretleri kitaplarında, makalelerinde, dergilerindeki yazıları ve konuşmalarıyla bıkmadan bizleri uyarıyor, birleşmemizi, yardımlaşmamızı, kötüyü men edip iyiyi yaymaya çalışmamızı tavsiye ediyor. Bu devirde kolayı değil, zoru seçmemizi istiyor.” 

“Kardeşim demekle iftihar ettiğim Dr. Ayşe Hümeyra ile Fatih Camii'nde bir gün buluşup Mehmed Zâhid Kotku Hocaefendi Hazretlerini ziyarete gidecektik. Hümeyra'ya ölüm hakkında bazı sorular sormak istedim. Manalı bir gülümsemeyle ‘Orada konuşuruz’ dedi. İkimiz beraberce huzura girdik. Biraz sonra hayret ve biraz da dehşetle, kafamdaki, dudaklarımdan dökülmeyen sorularımın cevaplarını Mehmed Efendi Hazretleri’nden dinliyordum.”

 

Rezan Hanımefendi önce kendinizi tanıtır mısınız?

1924 yılında Üsküdar’da doğdum. Bir zamanlar tanınmış bir kulakçı ve Haseki Hastanesi Başhekimi olan Dr. Naci Doğancı’nın büyük kızıyım. Şair ve bilgin Üsküdarlı Sâfi bey ile Fatih Medresesi hocalarından Dağıstanlı Abbas Feyzi efendi iki taraftan dedelerim olur. Annemin babası (kasideleri hala mevlitlerde okunan) Müctebâ bey ve anneannem çok dindar idiler.

 

Ailenizden nasıl bir eğitim aldığınızı sorsam…

Geçmişin koşullarında ailemin, bir taraftan din bünyesinde, diğer taraftan yenilikçi bir tutum içinde olduğu anlaşılıyor. Nitekim yukarıda adını zikrettiğim dedelerimden şair Sâfi bey, kızı olan babaannemi Fransız okulunda okutuyor. Ailemin tüm büyükleri okumuş insanlardı. Annem de öğretmen okulu mezunudur.

Babamın sağladığı koşullardan olacak ben galiba biraz nazlı yetiştirildim. O günlerin gereği Batı kültürüyle tanıştırıldım. Daha lise yıllarında Batı klasiklerinin başlıcalarını zevkle okumuştum. Hala devam eden senfonik ve opera musikisi tutkum o yıllara dayanmaktadır. Babamın kaybından dolayı yüksek tahsil yapamadım. Yaşam boyu genel kültür konularıyla ilgilendim.

 

Peki, eşinizle evlenmeniz nasıl oldu? Kaç yıllık evlisiniz?

Liseden sonra ilkokuldan sınıf arkadaşım ve komşumuz olan Şevket Evliyagil ile evlendim. Böylece analık mesleğini seçmiştim. Dr. Naci beyin her istediği yapılan, yaşamı tozpembe gören "el bebek" kızı, çok çocuklu bir anne olmak istiyordu. O zamanlar "O'nun ilmi olmaksızın hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz…" (Fâtır, 11) emrini bilmiyordu. Bu ayetin manasını, üzüntüyle ve bekleyişle geçen uzun seneler sonunda anlayınca, hemen kimsesiz bir çocuğa anne olmak istedim. Kızımız okudu, evlendi. Bu kızdan yetişmiş iki torunumuz var. Ayrıca tüm yeğenlerimizin sevgili dedesi, cici annesiyiz.

Bütün yakınlarımızın, ailemizin, matbaada çalışan arkadaşlarımızın ve çocuklarının "Hacı annesiyim" Allah’ın (c.c) lütfuyla...

Bu tecrübeyi yaşamış birisi olarak, kulakları "anne" sesi, bağırları okşayacak minik bir baş bekleyenlere, "Boş yuvalarınızı doldurun, kimsesiz yurtlarında ana bekleyen yavrulara ana olun, nüfusunuza geçirmeseniz bile, koruyucu aile olun" derim.

Tekrar sorunuza gelirsek, eşimle 38 yıldır evliyiz. İstanbul'daki gazetecilik hayatından sonra 33 yıl önce Ankara'ya yerleştik. Ağabeyini sanki bir baba, beni de ana gibi seven ve hürmet eden kayınbiraderim Necdet Evliyagil ile beraber Ajans Türk’ü kurdular ve Allah'ın (c.c.) izniyle çağdaş bir çalışma ile bugünkü duruma getirdiler. Eşim aynı zamanda 20 yıldır Ankara Üniversitesi’nde öğretim görevlisidir.

 

Evlilikte sizce amaç ne olmalı, neler hedeflenmelidir? Diğer bir deyişle niçin evlenilir?

Her iki cins için de evlilikten amaç, karşılıklı dayanışma ile mutlu bir yaşam geçirmek ve çocuk yetiştirmektir. Bu birleşme aynı zamanda din gibi, gelenekler ve töreler gibi toplum değerlerinin de devamlılığını ve kuvvetlendirilmesini içerir. Aile gerçeğinde her ülke ve her kesim için gaye bence budur. Din ve ge­nel kültür kavramlarının geniş kuşaklara lâyıkıyla verilememesi yüzünden ne yazık ki aile kavramı eski etkinliğini yitirmektedir. Yine de mevcut olan sağlam ailelerdeki mutluluk için fikrimce ev­lilikte erkeğin evin reisi olduğu gerçeği ve üstünlüğü kabul edilmelidir. İnancıma ve bunca yıllık gözlemime göre bu anlayıştaki aileler sağlıklı şekilde yürümektedir. Hatta çocukları olmasa bile...Bence, evlilikte esas olan bu­dur. Kitabımızın yazdığı, Peygamber Efendimizin (s.a.s.) de buyurduğu gibi eşitlik iddiası olamaz. Evlilik müessesesinde "Erkek bir derece üstündür." Evliliğin başında, bu ilke kabul edilirse her şey kolaylaşır.

Evlilikte erkeğin üstünlüğü gerçeğini benimseyen bir eş daha çok sayılır. Sayıldığı için, iddiasız olduğundan sözü daha çok tutulur. Su­san kadının kusurları hoş görülür. Evlilik içi eşitlik, hatta üstünlük iddiası kanımca kadınları mutsuz etmektedir.

 

İslâm'a olan ilginiz ne zaman başladı?

Ortamın ve yetiştirilmemin gereği olacak, evliliğimizin ilk yılları dâhil avare, gafil, serâzat hayatım neş'e ve bir ölçüde tantana içinde geçiyordu. Ziyafetler, arkadaş toplantıları, tiyatro, opera, konser, roman, giyim kuşam, seyahat... Yalnız, bu bomboş yaşantımın içinde anlamlı tek olay namazım idi. Babamın ölümüyle yaşantımda büyük bir boşluk başlamıştı. "İnsana bir zarar dokunduğu zaman, Rabbine (yürekten) yönelerek O’na dua eder. Sonra (Allah) ona katından bir nimet verdiği (kurtulup rahata erdiği) zaman, evvelce O’na yalvarmış olduğunu (ve asıl kurtaranı) unutur” Zümer, 8. İşte namaz benim de imdadıma yetişti. Namazı bu hareketli yaşam dönemimizde bile bırakmadım...

 

Namaz kılmanız sizde nasıl değişiklikler oluşturdu?

Yıllar geçtikçe namaz kıldığım anlarda duyduğum huzur ve sükûnet, haz ve mutluluk açıkça ve şiddetle elle tutulur gibi belirdi. Bu arada başımın açıklığı beni rahatsız etmeye, namaza durunca utanmaya başlamıştım. Düşündüm, riyakâr mıydım? Şahsiyetimi çevreye karşı sanki bir aşağılık duygusu içinde yitirmemeliydim. Müslümanlığın icabını vakar, cesaret ve sebatla yerine getirmeliydim...

İslâm'ın emrettiği nezahat ve güzellikte giyinip vazifemi ifa edecektim. Bu kararın verdiği huzuru, kendime güveni, rahatlığı hayatımın kutsal duygularından biri olarak saklıyorum.

"O (Allah’a yönele)nler, iman eden ve Allah’ı anmakla kalpleri huzura kavuşan kimselerdir. Şunu iyi bilin ki gönüller, (ancak) Allah’ı anmakla huzura kavuşur.” (Ra’d, 28)

"Allah (niyet ve amellerine göre) dilediğini bu (tevhid dîni)ne seçer ve (kendisine itaatle) yöneleni de buna eriştirir.” (Şura, 13)

"Eğer (onlar) seni, hakkında bilgin olmayan şeylerde bana ortak koşmaya zorlarlarsa, onlara itaat etme! (Fakat) dünya (işlerin)de onlarla iyi geçin ve bana yönelen (mü’min)lerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz ancak banadır. (O zaman) ben de yaptıklarınızı (ve karşılığını) size haber vereceğim." (Lokman, 15)

"Allah'a itaat etmeyene itaat olunmaz", "Halîk’ın kendisiyle meşgul ettiği insanları hallerinden döndürmeye kimse kâdir değildir."

Bütün bu ayeti kerime ve hâdisi serifler bana, eşim Şevket Bey'e kararımı bildirme cesaretini verdi. Allah’a kulluk etmek için yaratıldığımıza göre hangi çevreden ve kimden çekiniyordum?

 

Peki, Şevket Bey bu kararınızı nasıl karşıladı?

Şükürler olsun ki Şevket Bey bu kararımı büyük bir olgunluk ve anlayışla karşıladı. Beni başörtüm ve uzun elbisemle her zaman yanında iftiharla taşıdı. Bu hususta beni hür bıraktı; hatta yardım etti.

Daha önce de değindiğim gibi, yumuşaklık, sükûnet, sabır, susmak kadınların yardımcısıdır. Bu kolaylıklar varken kadınlar niçin eşitlik çatışmasıyla kendilerini harap ederler?

 

Hacca gittiğinizi biliyoruz, birden fazla mı gittiniz?

Başörtüsünü taktıktan sonra hemen hacca gittim. Doyamadım. Ertesi sene örneğim Dr. Ayşe Hümeyra Ökten ile beraber tekrar gittim. Serbestçe her yerde sokakta, evde İslâmî hayatı yaşamak, herkesin senin gibi düşündüğünü bilmek, o muazzam İslâm birliğini, gücünü görmek... Benim gibi bir aceminin günahlarının, tevbesinin Peygamber Efendimizin dolaştığı, konuştuğu, ibadet ettiği yerlerde, mübarek Kabri Şerifi'nin yanında daha kolay kabul edileceği zannının verdiği ferahlık... Tekrar sorunuza dönersek, Allah'ın lütfuyla (c.c) iki kere hacca, iki kere de umreye gittim. Allah tekrarını nasib etsin.

 

Neler hissetmiştiniz?...

O uhrevi ve ulvi yolculuğa niyet etmekle tarifsiz heyecan, sevinç, titreyiş başlar. Hareketlerinize, sözlerinize bir başka itina gösterirsiniz. İhramı giyip dünya nimetlerini terk edersiniz. Telbiye ile de öbür dünyaya gidiş başlar. Hiç korkmazsınız ölümden.. Bu yolculukla sanki ölüme sevinçle gitme, alışma talimi yapılır. Allah'a teslim olma öğrenilir. Hırsların, istek ve heveslerin, dargınlıkların boşluğu yani hiçliğimiz anlaşılır.  Büyük bir huzur ve huşu ile Kâbe-i Şerif'ten içeri girince onun heybeti karşısında sevinç, haşyet, titreyişle gözyaşlarınız akmaya başlar. Peygamber Efen­dimiz'in yaşadığı, dolaştığı yerlerde olmanın verdiği sevinçle af ol­ma ümidi insanı sarar, herkesi sever, hoşnutluk, hoşgörü çevirir sizi.. "Yalnız değilim" der, Müslüman yaratılmanın sevincini hisseder, şükran duaları taşar inşanın dudaklarından... İşte mahşer yeri gibi Arafat... Ama acaba yarın orada da böyle mutlu, huzurlu olabilecek miyim? Olmak için ne kadar az çalışıyorum. Daha çok gayret etmeliyim. İyi bir insan olamıyorum. Ne çok kusurum var. İşte hacıların korku ile ümit arasında çırpınışları...

O mübarek beldede "ölümden sonrayı" yaşayıp, dönüşte büsbütün gidişe daha iyi hazırlanmayı öğrenmek... İşte benim hacda hissettiklerim bunlardır.

 

Evinizin bir odasını mescit olarak ayırdığınızı biliyoruz. Bunun sebebini açıklar mısınız? Niçin böyle bir oda ayırmayı düşündünüz? Evin her odası mescit gibi olmamalı mı?

Evimizin "bir kuş yuvası kadar" olan odasını ibadet için ayırırken, "Evimizin bir köşesini adeta bir mescit hükmüne getirmeliyiz", "Mü'minin evi bir nevi cennetidir" hadisi şeriflerinin tecellisine mahzar olmayı ümit ettim. İnşaallah...

Sonra bizlere yol gösteren başlıca kitaplardan biri olan Râmuz el-Ehâdis'te okumuş olduğum, (Kadınlara hitaben) "Sizin evinizin en mahrem yerinde kıldığınız namaz (oturma) odanızda kıldığınızdan efdaldir. Odanızda kılmakta olduğunuz ise caminin bir odasında kıldığınızdan efdaldir. Cami odasında kıldığınız namaz ise cemaat mescidinde kıldığınızdan efdaldir" hâdisi şerifi beni değerli mimarımız Behruz Çinici'ye projesinde böyle bir yer yapmasını ricaya götürdü. Oraya adım atınca, dünyadan kurtulur, ölüm düşüncesine daha çabuk, daha kolay hazırlanırım. Huzur, sükûn oradadır benim için. Dünyaya ait sıkıntılar çabuk unutulur orada. Orası sanki benim için ahirete açılan bir penceredir.

 

Evinizin bu şekli misafirlerinize ilginç geldi mi?

Bu namaz odasının bilhassa gençlere çok iyi tesir ettiğini gördüm. Genç konuklarımızı ora­ya dua etmeye çağırırım. Bu yolla birkaç genç kızın hidayete eriştiklerini sevinçle söylemeliyim. Eşim ve kayınbiraderim Ajans Türk'te de bir mes­cit yapılması dileğimi kabul ederek gerçekleştirdiler. Bu tür girişimler, namaz kılmayanları da ibadete, namaza sevk ediyor.

 

Bir de bildiğimiz kadar eşiniz size atfederek (Ajans Türk'te) bir Kur’an-ı Kerim bastırdı. Bu Kur’an-ı Kerim hakkında bilgi verir misiniz?

20 yıl kadar önce eşime, Allah'ın c.c. bize böylesine mükemmel bir basımevi ihsan ettiğini, bu basımevinde Türk-İslâm sanat şaheserlerinin de çoğaltılması gerektiği düşüncemi açmıştım. Eşim bu fikir üzerinde ısrarla durdu. Rahmetle andığımız Türk-İslâm sanatı uzmanlarından Halim Baki Kunter Beyefendi’nin önderliğinde önce tanınmış hat ve tezhipli levhaların aynı basımı yapıldı. Daha sonra son devrin büyük hattatı rahmetli Necmettin Okyay Efendi, Ord. Prof. Dr. Sûheyl Ünver ve -Allah ömrünü uzun etsin- Türk-İslâm sanatı bilgini Uğur Derman'dan oluşan  bir heyet müzelerde bulunan bin 280 adet el yazması Kur’an-ı Kerim arasından Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin el yazmasını seçti ve mushafın aynen basılmasını uygun gördü. Adı geçen Kur’an-ı Kerim, Sultan II. Abdülhamit Hazretleri tarafından baş hanımefendi Müşfika Sultan'a düğün hediyesi olarak yazdırılıp verilen müstesna güzellikte bir eserdir. Müşfika Hanımefendi bu mushafı şerifin ölümünden sonra Medine'yi Münevvere’ye Peygamber Efendimize hediye olarak gönderilmesini vasiyet ediyor. Kur’an orada yıllarca kalıyor. Gerek çok el değiştirmesi yüzünden, gerek iklim farklarından bir miktar hırpalanıyor. Bazı yazılar dökülüyor. Bazı sayfalarda güve tahribatı görülüyor. Son Medine Müdafi Fahrettin Paşa Hazretleri Medine'yi terk ederken bu mushafı da getirip Türk-İslâm Eserleri Müzesi’ne veriyor. Bu müstesna Kur’an-ı Kerim'in aslı müzede bir çelik kutu içinde korunmaktadır. Allah'ın izniyle 20 yıl emek verilerek Mushafları Tetkik Kurulu denetiminde tüm eksikleri onarılarak bu Kur’an’ın aslına uygun, hatasız olarak bu günkü ileri teknikle aynı basımı yapılabilmiştir. Sözünü ettiğimiz Mushaf-ı Şerif budur. İslâm âleminde büyük bir ilgiyle karşılanması beklenmektedir. Büyük hattat rahmetli Hâmit Aytaç'ın bu Kur’an'ın ketebe sayfasına ismimi yazmasını Allah'ın bana büyük bir mükâfaatı olarak görüyor, O’na hamd ediyorum.

 

İsterseniz konuyu biraz değiştirelim. Muhterem, olgun ve tecrübeli bir hanımefendi olarak genç kızlarımıza neler söylemek istersiniz?

“Korkutmayınız, sevdiriniz" hadis-i şerifine uyarak, gençleri korkutmadan dinlerini muhakkak öğretmeliyiz. Bilmedikleri için çekiniyorlar, sanki korkuyorlar. Onun için din derslerinde Kur’an-ı Kerim'in manâsını ve hadisi şerif okutulmasını isterdim. Genç kızlara ileride pişmanlık duymamaları için İslâmı yaşamalarını tavsiye ederim. Allah’ın emrine, İslâmî ölçülere uyarak, şahsiyetlerini muhafaza ederek yüksek tahsil yapmağa gayret etmelidirler. İmanlı, hâyâlı, aydın genç kızlar, ilerinin anneleri, kendilerine düşen görevlerin şuurunda olarak çok çalışıp hem bilimsel, hem de İslâmî yönde yetişmeliler, topluma karşı gerçek Türk kadınının yozlaşmış değil kendilerinin olduğunu iyi örnekler ve tutarlılıkla adım adım kanıtlamalıdırlar.

 

Bir de şöyle bir soru sormak istiyorum Rezan Hanım. Bütün bir gününüz nasıl geçiyor, nelerle meşgul oluyorsunuz? Daha doğrusu vaktinizi nasıl geçiriyorsunuz?

Galiba çekingen tabiatımın da icabı son seneye kadar, kolayı seçip beyimin de izniyle senenin yarısını deniz kenarındaki ıssız yazlık evimizde -Allah c.c kabul etsin- ibadet ve okumakla geçirirdim. Gafletle geçen senelerimi telafi etmek arzusuyla dolu, sükûn ve huzurla…

Ama kıymetli Hocamız Es’ad Coşan Efendi Hazretleri, kitaplarında, makalelerinde, dergilerindeki yazıları ve konuşmalarıyla bıkmadan bizleri uyarıyor, birleşmemizi, yardımlaşmamızı, kötüyü men edip iyiyi yaymaya çalışmamızı tavsiye ediyor. Bu devirde kolayı değil, zoru seçmemizi istiyor. Yolumuz da "Halk içinde Hakk'la beraber" olmayı öğrenmek değil mi? Ben aciz de kötüden men etmeye gücüm yetmese de belki 12 kişiye iyiyi hatırlatabilirim diye düşündüm. Şimdi ibadetlerimin noksanlığını, aczimi bilip, ilâhi lûtfa sığınarak birkaç kişi de olsa küçük odada teypten Kur’an-ı Kerim ve nasihatler dinleyerek, Kur'an-ı Kerim'in mânasını okuyarak, yolunda çabalıyoruz.

Zamanımı Mehmed Zâhid Kotku (rh.a.) Hazretleri’nin “Bir Müslümanın 24 saati”ni geçirmesi konusundaki tavsiyesine uygun bir şekilde geçirmeye gayret ediyorum.

 

Söz Mehmed Zâhid Efendi’den açılmışken, ben de oraya gelecektim zaten, nasıl oldu Mehmet Zâhid Kotku Hazretleri ile tanışmanız diye sormak istiyorum...

Tasavvufa ait kitaplar okuyordum. Sahaflarda rastladığım "Tasavvufî Ahlâk-1" isimli kitabının Gümüşhaneli Ahmet Ziyâeddin Efendi (rh.a.) Hazretleri’nin nasihatleri bahsine geldiğimde tuhaf bir ruh hali içine girdim. O bahsi bir türlü bitiremiyor, heyecanla dolu olarak uyuyamıyordum. Yapayalnız bir arayış içinde çırpınıyordum. Liseden çok sevdiğim arkadaşım, yaşıt olduğumuz halde daha o zamandan büyüğümüz gibi saydığımız sınıfımızın birincisi, çocuksu hareketlerimizi hoş görülü tebessümüyle okşayan, bize ders çalıştıran Dr. Ayşe Hümeyra Ökten bir ışık gibi birden içime doğdu. Hemen ona koştum. Beni dinledi, ertesi günü Fatih Camii’nde kendisini beklememi, beni çok büyük bir zata götüreceğini söyledi. O zamana kadar devrimizin büyük kutbu Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri’nin isimlerini duymamıştım. Kitabın üstünde sadece M.Z.K. harfleri yazılıydı. Hala huşu ile hatırladığım o an... O evliya, nur yüzü ışık saçarak heybet ve vakarla köşesine oturmuş sanki bizi bekliyordu.

Onun güler yüzünü görür görmez istediğimin o olduğunu, adeta tamamlandığımı anladım. Huzur her yanımı kapladı. Bana "Tasavvufî Ahlâk" kitabının ikinci cildini uzattı!

O gece Bahaeddîn Nakşibend Hazretleri’nin kabri şeriflerini uzun tahta bir köprüyü geçip ziyaret ettim. Şaşkınlıktan, yalnızlıktan kurtulmuş, yoluma kavuşmuştum. Ondan sonra her gidişimde beni hep güler yüzle karşılar, hatırımı sorduktan sonra, şimdi değerini daha iyi anladığım nasihatlerini dinlerdim. Bu arada bize o sırada hazırlamakta olduğu kitabından bölümler okurdu. Her gidişimde Efendi Hazretleri’nin ikramına nail olurdum. Mutlaka yiyecek bir şeyler getirirdi. Bir defasında da beraber yemek yeme saadetine eriştim.

Rahmetle andığım Valide Hanımefendi Hazretleri de her gidişimde örnek bir misafirperverlikle sanki çok yakın bir akrabalarıymışım gibi beni memnunlukla, güleryüzle karşılar, ağırlamadan asla gitmeme izin vermezlerdi. Gene bir gün kardeşim demekle iftihar ettiğim Dr. Ayşe Hümeyra ile Fatih Camii'nde buluşup Hocaefendi Hazretlerini ziyarete gidecektik. Hümeyra'ya ölüm hakkında bazı sorular sormak istedim. Manalı bir gülümsemeyle "Orada konuşuruz" dedi. İkimiz beraberce huzura girdik.

Biraz sonra hayret ve biraz da dehşetle, kafamdaki, dudaklarımdan dökülmeyen sorularımın cevaplarını Mehmed Efendi Hazretleri’nden dinliyordum.

Birkaç gün sonra kardeşim ve gelinimizin kaybıyla oluşan derin acıyı o büyük insanın sözlerini hatırlayarak tevekkül ve sabırla, sükûn ve teselli buldum. O mübarek, aziz Zât-ı Şerif-e mensup olmayı nasip ettiği için Zülcelâl'e ne kadar şükretsem azdır.

Çok teşekkür ediyorum bu tatlı sohbetiniz için Rezan Hanım.

 

Kaynak : Kadın ve Aile Dergisi 15 Şubat - 15 Mart Sayısı

Röportaj : Hamide Nadir